Sahne…
Işıkların altında yalnızca sanat değil, toplumun gölgeleri de görünür. Bir sanatçı mikrofonu eline aldığında sadece şarkısını söylemez; aynı zamanda kültürün ona biçtiği sınırlarla da yüzleşir. Özgürlük çoğu zaman sınırsızlıkla karıştırılır. Oysa özgürlük, boşlukta savrulmak değil; sınırlarla dans edebilmektir.
Hiçbir söz ve davranış kendi başına yaşamaz; anlamını çevresinden, yankısını ortamından alır. Söğüt Meydanı’nda söylenen bir şarkı coşku uyandırır ve kabul görür; çünkü o ortamın değerleriyle uyumludur. Ama aynı şarkı bir bardan yükseldiğinde bambaşka gözlerle okunur, kimi zaman tepki çeker. Yani söz aynı sözdür, ama bağlam değişince anlam da değişir.
Manifest grubunun sahnedeki performansı “hayasızlık” diye damgalandı. Oysa onlara yalnızca genç kadınlar olarak değil, sanatçı kimlikleriyle bakmak gerekir. Sanatçı elbette özgürdür; şarkısını söyler, dansını eder, kostümünü seçer. Ama bu özgürlük boşlukta yaşanmaz; her sanatçı, yaşadığı coğrafyanın ve kültürün çizdiği sınırları bilerek sahneye çıkar. Yine de asıl mesele burada başlar: Özgürlük, bu sınırlara uyum mu demektir, yoksa onları neye dönüştürdüğümüzü bilmeden sahnede sergilemek midir ?
Hadise’nin sahne şovu, aslında yıllardır süregelen bir ikilemi yeniden görünür kıldı. Onun dansı, sesi ve bedeni, sanatının ayrılmaz bir parçasıydı; fakat toplumun bir kısmı bunu estetik değil, edepsizlik olarak yorumladı. Oysa mesele ne sanatçılık, ne kadın olmak, ne de toplumsal yargılardı. Mesele, sahnede yükselen sesin mi, yoksa o sesi susturmaya çalışanların mı daha güçlü olduğuydu.
Mabel Matiz’in Perperişan şarkısı ise başka bir cepheden aynı duvara çarptı. Aşkı, arzuyu, tutkuyu metaforlarla dile getiren dizeler “müstehcen” sayıldı. Oysa toplumda LGBT hep vardı; müstehcenlik, ensest, cinsel arzular yıllardır sinemada, skeçlerde, televizyonlarda ve hatta gündelik hayatta karşımıza çıktı. Mabel’in yaptığı şey yeni bir şey icat etmek değildi; susturulanı duyulur, saklananı görünür kılmaktı. Ve belki de bağlamı dönüştürmek tam da budur.
Manifest, Mabel Matiz ve Hadise… Acaba onlar bu toplumun sınırlarını bilerek mi sahneye çıktılar? Yoksa bilerek ve isteyerek o sınırları zorlamayı mı seçtiler? Belki de asıl düşündürücü olan, sanatçının kendi özgürlüğüyle toplumun beklentileri arasındaki bu gerilimdir. Çünkü bazen sanat, uyum sağlamak için değil; tam da sınırları sorgulatmak için vardır.
Türkiye’de ahlaki bağlam bugün bir kavşakta duruyor. Bir yanda yasaklarla korunmaya çalışılan eski kalıplar, diğer yanda sokakta, sahnede ve şarkılarda kendini var eden yeni sesler. Çifte standartlarla dolu bu tablo bize şunu düşündürüyor: Duvarların içinde sıkışıp mı kalacağız, yoksa farklılıkları kabullenen bir genişliğe mi yöneleceğiz?
Bir şarkıyı, bir dansı, bir bedeni suçlayan toplum, aslında kimi koruyor; ahlakı mı, yoksa kendi korkularını mı?
Candan Erçetin’in sevdiğim şu dizileri aklıma geliyor : Değişiyoruz ama iyi mi kötü mü bilemem, dönüşüyoruz ama hayra ya da şerre yoramam...