Bir şehri sevmek sadece onun caddelerini, parklarını ya da ışıklı vitrinlerini sevmek değildir.
Şehri sevmek; tozuna, suskunluğuna, yıkıntılarına ve bazen de yarım kalmış hikâyelerine dokunabilmektir. Çünkü her şehir, tıpkı bir insan gibi, yaralarıyla bütündür.
Depremler, yangınlar, terk edilişler… Bazı şehirler bizimle birlikte susar. O sessizlikte yankılanan şey aslında kendi içimizin kırgın sesidir. Kaybolan bir sokakta, yıkılmış bir binanın gölgesinde belki çocukluğumuzun bir gülüşünü buluruz. O yüzden şehir dediğimiz şey sadece coğrafya değil; hafıza, koku, hatıra, insan ve duygu karışımıdır.
Modern insan zaten uzun süredir köksüz yaşıyor.
Aynı şehirde büyüyüp yabancılaşan, aynı evde oturup ait hissedemeyen bir çağın içindeyiz.
Deprem, bu görünmez köksüzlüğü sadece görünür kıldı; çünkü aidiyet duygusu zaten kalmamıştı.
Artık insanlar yaşadıkları yerle değil, internette bıraktıkları izlerle tanımlanıyor.
Oysa bir şehir, insana “Ben buradayım.” dedirten sessiz bir tanıklıktır.
Şehrin kaybı, sadece taşın ve toprağın değil; insanın kendi varlık duygusunun da kaybıdır.
Aynı şehirde büyüyüp yabancılaşan, aynı evde oturup ait hissedemeyen bir çağın içindeyiz.
Deprem, bu görünmez köksüzlüğü sadece görünür kıldı; çünkü aidiyet duygusu zaten kalmamıştı.
Artık insanlar yaşadıkları yerle değil, internette bıraktıkları izlerle tanımlanıyor.
Oysa bir şehir, insana “Ben buradayım.” dedirten sessiz bir tanıklıktır.
Şehrin kaybı, sadece taşın ve toprağın değil; insanın kendi varlık duygusunun da kaybıdır.
Bir şehir, kimliğin sessiz parçasıdır.
Bir sokağın köşesi, bir kahve dükkânının kokusu ya da sabah pencereden görünen dağ silueti... Hepsi bize “Ben buraya aitim.” duygusunu fısıldar.
Şehir, köklenme hissidir; bir yere, bir zamana ve bir hikâyeye ait olma hâlidir.
O kök koptuğunda insan sadece evini değil, içsel yönünü de yitirir.
Bir sokağın köşesi, bir kahve dükkânının kokusu ya da sabah pencereden görünen dağ silueti... Hepsi bize “Ben buraya aitim.” duygusunu fısıldar.
Şehir, köklenme hissidir; bir yere, bir zamana ve bir hikâyeye ait olma hâlidir.
O kök koptuğunda insan sadece evini değil, içsel yönünü de yitirir.
Kahramanmaraş’ta her taşın, her sokak köşesinin bir hikâyesi vardır. O hikâyelerin çoğu artık yarım.
Ama yarım kalanlar da bir gün tamamlanmak ister.
Şehri yeniden kurmak sadece duvar örmek değil; o duvarların ardına yeniden yeni bir hayatı umut ekmektir.
Ama yarım kalanlar da bir gün tamamlanmak ister.
Şehri yeniden kurmak sadece duvar örmek değil; o duvarların ardına yeniden yeni bir hayatı umut ekmektir.
Bazen ofis penceresinden dışarı baktığımda, betonun arasında filizlenen küçük bir yeşil ot görürüm.
Belki de yeniden doğmak tam olarak budur: Yıkıntının ortasında bile yaşam ısrarla kendine yer açar.
İnsan da öyledir; kırılır ama yine de kök salmak ister.
Belki de yeniden doğmak tam olarak budur: Yıkıntının ortasında bile yaşam ısrarla kendine yer açar.
İnsan da öyledir; kırılır ama yine de kök salmak ister.
Bir şehri sevmek, onun en sessiz hâlinde yanında kalabilmektir.
O suskunluğu dinleyebilmek… Çünkü bazen sessizlik, bir şehrin bize “Beni unutma.” deyişidir.
Ve belki de en sonunda anlarız:
Bir şehri onarmak, sadece taşları değil; kendi içimizdeki kökleri de yeniden yeşertmektir.
O suskunluğu dinleyebilmek… Çünkü bazen sessizlik, bir şehrin bize “Beni unutma.” deyişidir.
Ve belki de en sonunda anlarız:
Bir şehri onarmak, sadece taşları değil; kendi içimizdeki kökleri de yeniden yeşertmektir.