İstanbul’da uygulanmaya başlanan sokak kedi ve köpeklerini besleme yasağını hepiniz duymuşsunuzdur. Duymadıysanız da duyuralım, 24 Kasım 2025 tarihi itibariyle İstanbul’da sokak hayvanlarını beslemek yasaklandı.
“Bu uygulamanın kaynağı ne?” diye sorarsanız, sokakta yaşayan kedilerin mama yedikleri için fare yakalamaması fikrinden çıktığını söyleyebiliriz. Akil ve yetkin diye düşündüğümüz insanlar tarafından bu fikir ortaya atılırken kedilerin doğuştan avcı olduğu ve yemeseler bile fareleri yakalayacakları, genlerine bu durumun kodlandığı unutulmuş (!) akıllarına gelmemiş (!) diyebiliriz.
Nitekim böyle olmuş olmalı ki uygulamaya koymuşlar!
Ecdat güzellemesi yapmak istemesem de aklıma Osmanlı zamanındaki Payitaht geliyor.
O dönem hayvanlara verilen önem ve değerleri şöyle bir hatırlatmak isterim.
Osmanlı döneminde, binek hayvanları olarak kullanılan at, eşek ve deve en çok karşılaşılan hayvanlardı. Hem ulaşım hem taşımacılıkta kullanılan bu hayvanları korumak için II. Bayezid İstanbul İhtisap Kanunnamesi’nde yük hayvanlarına merhametli davranılması için bir ibare yayınlamış (1), Kethüzâde Mehmet Efendi (1725) dönemin kadısı tarafından hayvanların yük taşırken çok yorulmalarını önlemek için, yüklerini boşalttıktan sonra kimse binmesin diye semerlerine çivi çakılmasını tembihlemişti. (2)
Hatta, evlerin sağlam olması için her evin temelinde bir temel yılanı olması gerektiği söylenirdi. Yılana “Şahmeran’ın başı için bana dokunma,” dendiği zaman yılanın uzaklaştığı anlatılırdı.
Osmanlı, çağına göre hayvanlara karşı oldukça merhametli ve hassastı. Yabancı misafirlerin hayvanları avlanmasına karşı çıkmış, yağı için yunus avlanmasına izin vermemişti.
KEDİLER VE KÖPEKLER
Onlar payitahtın sahibiydi. İstanbul tebaası onlarla yaşadıkları için devlet kayıt tutmayı gerekli görmemişti. Yine de tarihçi Ömer Obuz, 1836 yılında İstanbul’a gelen İngiliz Tarihçi yazar Julia Pardeo’nun köpekler için yapılan kulübeleri görünce hayret ettiğini anlatır. (3) 19.da İstanbul’da olan müzisyen Anna Grosser’in şehrin özellikle yoksul bölgelerinde köpeklerin korunduğunu ve kışın altlarına battaniye serildiğini söyler. (4) Botanikçi Turneford İstanbul’da yaralı hayvanların tedavi edildiğinden, üşümesinler diye altlarına saman serildiğinden bahseder.
Payitahtta en rahat ve konforlu yaşayan hayvanlar kedilerdi belki de. O dönem Avrupa’da kedilere işkence yapılırken Osmanlı’da güven içinde yaşıyorlardı. İslam’da ev içinde beslenmesi necis (pis) olarak değerlendirilse de köpekler sokaklarda güvenin temsilcisiydi. Kediler peygamberin sünnetinden dolayı evin ve sokakların efendisiydi.
Yine Osmanlı’da kedilerin ve köpeklerin beslenmesi için vakıflar kurulurdu. Yani insanlar kedilerin ve köpeklerin beslenmesi için düzenli olarak bağışta bulunurlardı.
Mancacıları bilir misiniz? Kısaca anlatayım, mancacılar sokaktaki kedi ve köpekleri beslemek için düzenli olarak sakatat pişirir ve pişirdiklerini camii önlerinde ve meydanlarda satarlardı. Hayırsever insanlar, kedi ve köpekler beslensin diye mancacıya para öderlerdi.
O dönem, İstanbul’daki camiilerin kapılarında kediler için özel bir bölme bulunurdu. Kedi kapısı denen bu küçük kapılar, kedilerin sokakta yatmak yerine camilerde yatmaları için tasarlanmıştı.
Demiştim ya nereden nereye!
Kaynakça;
(1) Ömer Obuz Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye Kediler, Köpekler, Kargalar (İstanbul; İletişim yayınları) s. 24-25
Şeriatın hükümdara tanıdığı toplumsal hayatı düzenleme yetisi
(2) Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuk Tahlilleri, 2. Cilt, (FEY Vakfı Yayınları; İstanbul, 1990) s. 295-296
(3) Ömer Obuz Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları s.31
(4) Anna Grosser Rilke, Avrupa Saraylarından Yıldız’a İstanbul’da Hoş Bir Sada, çev. Deniz Banoğlu, (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017) s.177-179
(5) Ömer Obuz Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları s.31