Zeynep Sandaloğlu – Psikolog
Zamanı ölçmeyi öğrendik ama hislerimizi ölçemiyoruz. Saatlerimiz kusursuz işlerken, içimizdeki ritim kimi zaman geri kalıyor, kimi zaman ileri gidiyor. Peki, ruhun da bir saati var mı?

Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında insanlar zamanı ayarlarken, aslında kendi iç dengesizliklerini düzene sokmaya çalışır. Dakiklik, verimlilik, planlılık… Bunların hepsi kontrol etme arzusunun farklı yüzleridir. Çünkü kontrol ettiğimizi düşündükçe kaygımız azalır, hayat sanki daha anlamlı hale gelir. Ama ruh öyle değildir. Ruh, programla işlemez. Ruh, kronometre tutmaz.

Ruhun zamanı lineer değildir; geçmişe, bir hatıraya, bir kelimeye takılıp kalabilir. Bir kokuda çocukluğa döner, bir sessizlikte yıllar öncesinin özlemini hatırlar. Bedenimiz bugünü yaşarken, ruh bazen dünle meşguldür. İşte o yüzden, bazen “her şey yolunda” deriz ama içimizde bir şey hep eksik kalır. Çünkü ruhumuzun saati, dünya saatine uymuyordur.

Modern insan, gününü planlarla doldurur ama kalbini dinlemeyi unutur. Saat 08.00 kalkış, 09.00 toplantı, 20.00 terapi, 23.00 uyku... Peki, ruhumuzun saati kaçta? Kaçta durdu, kaçta hızlandı, kaçta sessizleşti? Bunu bilen var mı?

Belki de asıl “ayarlamamız” gereken şey saatler değil, duygularımızın ritmidir. Zamanın önünde koşmak yerine, içsel zamanımızla barışmak gerekir. Kimi anlar vardır — bir bakış, bir şarkı, bir koku — bizi dakikalar içinde yıllar öncesine taşır. İşte ruhun saati o anlarda çalışır. Sessizce, görünmez bir yerden tik tak eder.

Belki de zaman, düşündüğümüz kadar mekanik değildir. Bir takvim yaprağı değil, bir kalp atışı kadar insani, bir nefes kadar kırılgandır. Biz saatleri kurarken, aslında içimizdeki geçmişi durdurmaya, geleceği hızlandırmaya çalışıyoruz. Oysa ruhun saati, hiçbir takvime sığmaz; bazen bir bakışta yüzyıl yaşar, bazen bir sessizlikte tüm zamanı unutur.

Ruhun zamanı “şimdi”de değil, “hissin sürdüğü yerde”dir. Bir şarkıda, bir mektupta, bir anın içinden geçerken saklıdır. Belki de insan, zamanı yönetmeye çalıştıkça kendini yitirir. Çünkü gerçek zaman, ölçülen değil — hissedilen zamandır.

Ve bir gün fark ederiz: Dakikliğiyle övündüğümüz saatler sadece zamanı gösterir, yaşamı değil. Ruhun saati ise sessizdir; tıkırtısı yoktur ama derin bir yankısı vardır. O yankı, her insanın kendi iç evreninde duyduğu en sahici sestir. Kim bilir… Belki de en büyük ustalık, zamanı ayarlamakta değil, ruhumuzun saatini duymakta gizlidir.