DERDİ OLMAYANIN ŞİİRİ OLMAZ
SORU: Okurlarımız sizi daha iyi tanımaları için bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Mehmet Gözükara kimdir?
CEVAP: 02 Şubat 1962'de Elbistan'ın Eldelek köyünde doğdum. Babamın ismi Muhittin, annemin adı Güllü’dür. İlkokulu köyümde, ortaokulu Adana'da okudum. Kahramanmaraş Teknik Lisesinden 1981'de mezun oldum. 19.02.1982 yılında başlayan iş hayatım, Afşin-Elbistan A Termik Santralinden 14.08.2015 tarihinde emekli oluncaya kadar devam etti. Evli ve iki çocuk babası, dört torun dedesiyim. Şiirlerim ve yazılarım çeşitli dergi ve internet sitelerinin yanı sıra www.elbistaninsesi.com sitesinde okuyucularıyla buluşmaktadır.
BENİM ÇOCUKLUĞUM ODA KÜLTÜRÜNDE YETİŞEN İRFAN SAHİPLERİ ARASINDA GEÇTİ
SORU: Edebiyat hayatınızda hangi evrelerden geçtiniz, bir dönüm noktası olarak gördüğünüz bir olay ya da eser var mı?
CEVAP: Edebiyat hayatımda birden fazla dönüm noktası var. Bir taraftan şiir yazıyor bir taraftan da yazdıklarımı değerlendirecek bir ehli irfan arıyordum. Benim bu arayışım taştan taşa çalınmamla sonuçlandı. Şiir sohbeti, farklı iklimlerin insanlarıyla yapıldığı zaman hem yazdığın şiire hem de insanın kendi ruhuna zarar verdiğini bizzat yaşayarak öğrendim. Bu konuda her kimle o dönem fikir alışverişinde bulunduysam verdikleri emek kadar kendilerine en kalbi duygularımla teşekkür ediyorum.
Kendi halinde şiir yazıp ben de şair oldum diye gezinip dururken “Haber Elbistan” gazetesinde birlikte şiirlerimizin neşredildiği Merhum H. Hasan Uğur ile 2006 yılında yaptığımız atışma benim için birinci dönüm noktası oldu. O vakitler 25 yıllık arkadaşım olan Şair Âdem Konan’ın tayininin Elbistan'a çıkmasıyla birlikte ırmağın deryaya kavuşması gibi gönülden gönle gece gündüz demeden yapılan edebiyata dair sohbet süreci, benim için irfan mektebine dönüşen ikinci dönüm noktası oldu. Ömer Hakan Özalp Hocamın arşiv taraması, benim saha taraması yaparak 2011 yılında büyük boy, 936 sayfa, 2 cilt halinde yayımladığımız “Her Gözyaşı Aynı Renk - ELBİSTAN AĞITLAR” eseri ise üçüncü dönüm noktam oldu diyebilirim.
Nedenine gelecek olursak: Rahmetli Hacı Hasan Uğur ile yaptığım atışmada neyi nasıl söylemem gerektiği gerçeğiyle yüz yüze geldim.
Âdem Konan Hocamla yaptığım sohbetlerde ise edebiyatımızda kalıcı olmaya talip olanların dikkat etmesi gereken üslup ve usulün kapısı aralandı. Şiire dair birikimimin mimarı Âdem Konan Hocam, söz söyleme sanatı olan şiirde örnek aldığım usta da Merhum Abdurrahim Karakoç'tur.
Elbistan Ağıtları’nın derlenmesinde gösterdiğim çaba ve karşılaştığım olaylar bu coğrafyanın hazine değerinde zenginliğiyle tanışmama vesile oldu. Bu üç dönüm noktası beni geliştirerek dönüştürdü. Bu dönüşüm beni edebiyat sahasında piyadelikten sipahiliğe dönüştürdü diyebilirim.
EHLİ NE SÖYLÜYOR HEP ONUN PEŞİNDEN GİTTİM
SORU: Katıldığınız şiir yarışmalarında birçok ödül aldınız, Gözükara mahlası ile TC Kültür Bakanlığı’nca “Kalem Şairi” olarak tescillendiniz. Şiirleriniz, birçok dergide yayınlandı. Kaleme aldığınız çok sayıda eseriniz var. Eserleriniz hakkında neler söylersiniz?
CEVAP: Üstünde yaşadığımız bu bakir topraklar, 'ehline ne söylüyor'un peşinden gittim. Karşılaşınca, değerli olduğunu düşündüğüm her şeyi gücüm ölçüsünde kayda almaya çalıştım. Geç kalınmışlığa ve ötelenmişliğe iç geçirmemek mümkün değil. Yaptığım çalışmalar damla mesabesinde olsa da “Denizin damlası deryanın özelliklerini taşır.” anlayışıyla yaklaşarak yaptıklarımı önemsiyorum. Mensubu bulunduğum kültürün temsilciğini, elimdeki imkânlar ölçüsünde, hakkıyla yerine getirmeye çalıştım.
GEZDİĞİMİZ BAHÇENİN KOKUSUNU NAKLEDİYORUZ, DURUM BUNDAN İBARET
SORU: Anadolu’dan Hikâyeler/Altın Çıkını isimli kitabınız çok etkileyici, kalbe dokunan öykülerin gönle düşme sırrından bahseder misiniz?
CEVAP: Benim çocukluğum, oda kültüründe yetişen irfan sahibi insanların arasında geçti. Uzun kış gecelerinde gidip de gelmeyenlerin, gelip de görmeyenlerin hikâyelerinin anlatıldığı, cenk kitaplarından kahramanlıkların resmedildiği, sıra türkülerinin çığrıldığı, manilerin söylendiği, bulmacaların sorulduğu zengin bir birikime şahitlik etmiş birisinin mayalanan yüreğinden başka ne sadır olabilir ki! Eskilerin darbımesel haline gelmiş bir sözü var. “Gül bahçesinde gezen gül kokar.” Bu hakikatten yola çıkarsak bizde gezdiğimiz bahçenin kokusunu naklediyoruz. Durum bundan ibaret.
ŞAİR OLARAK, BİR KELİME KUYUMCUSU HASSASİYETİYLE HAKİKATE EŞLİK ETMEYE ÇALIŞAN BİR KARDEŞİNİZİM
SORU: Şiir geleneğimiz ve Şuara Suresi hakkında ne düşünüyorsunuz. Şiirlerinizdeki ana temaları ve bu temaların ortaya çıkış hikâyelerini anlatır mısınız? Sizi en çok etkileyen ve ilham veren şeyler nelerdir?
CEVAP: Şiir geleneğimiz köklü bir geçmişe dayanır. Ehli, bunu İslamiyet’ten önce ve sonra diye iki bölümde ele almaktadır. Türkler tarih sahnesine çıktıkları günden bu tarafa şiirimiz kendini güncelleyerek bu günkü biçimine ulaşmıştır. Daha fazla malumat akademisyenlerin işi.
“Ger derse ki Fuzuli, güzellerde vefa var / Aldanma ki şair sözü elbette yalandır” beytiyle Şuara Suresi’ne atıfta bulunan Fuzuli’ye rahmet olsun.
Konuyla ilgili birden fazla rivayete göre, bu ayet nazil olduğunda; Müslüman şairler ağlayarak Efendimiz’in yanına gelmiş ve “Ey Allah’ın Resulü! Şüphesiz Allah (c.c.) bu ayetleri, şair olduğumuzu bildiği halde indirdi, biz helâk olduk.” demişler. Bunun üzerine “Ancak iman edip salih amel işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi akıbete döndürüleceklerini yakında göreceklerdir” mealindeki ayet inmiş, Hz. Muhammed (s.a.v) de bu ayeti onlara okuyarak “İşte bu ayette sözü edilenler sizlersiniz!” buyurmuştur.
Sözlerime “Ayette sözü edilenler sizlersiniz!” ifadesiyle biz inananlara şiirde ruhsat veren Allah Resulü’ne salâtu selam olsun.
Bu yönüyle bakıldığında şiir; bir amel-i sâlihe, hakikat ufkuna seyr ü sefer yaptıran bir zikre, istikbali fethettiren bir duaya, içinde manevi sırlar saklayan hikmetli bir şifaya dönüşüyorsa bir kıymeti var.
Şair olarak çağı sorgulayan, hadiselerin arka yüzünü yansıtmaya gayret eden, kelimelerin kabuğunu çatlatarak sıradan sözleri bir araya getirip kavramları kanatlandırmayı hedefleyen, varoluş hikmetini idrak etmeyi, iç âlemdeki ürpertileri kelimelere yüklemeyi amaç edinen, düşüncelerini sezgi, hayal ve sembollerle besleyerek mısraları vezin ve kafiye güçlendireme çabası içinde olan, üslubunu ahenk ve ritimle bezeyerek bir kelime kuyumcusu hassasiyetiyle hakikate eşik olmaya talip bir kardeşinizim.
İYİ ŞİİR, KÖTÜ ŞİİR DİYE İKİ FARKLI İFADE OLMAZ. ŞİİRSE İYİDİR, KÖTÜYSE ŞİİR DEĞİLDİR
SORU: Şiirlerinizde kullandığınız dilin ve üslubun okurla kurduğu bağı nasıl tanımlarsınız? Bir şiirin "iyi" olması için hangi unsurların bir araya gelmesi gerekir?
CEVAP: Şiir, “Edebiyat dünyasının hakanı, nazım ve nesir ülkesinin sultanı, gönül dilinin tercümanı, duygu çiçeklerinin çeşit çeşit açıldığı efsunkâr gülistanıdır.” şeklinde tarif edilse yeridir. Bu gülistana yakışır bir dil ve üslup tercih edilmelidir. İyi şiir kötü şiir diye iki farklı ifade yan yana yazılmamalıdır. Şiirse iyidir. Kötüyse şiir değildir. Şiir, hiçbir işte tutunamamışların at koşturacağı saha değildir.
“Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi
Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni” diyen Nesimî, gönül gözü ile temaşa ettiği âlemden indiğinde âlemin kendisini seyretmeyi değer bulmasını, âlemin içinde kendisinin de bir âlem olduğunu bize kelamıhâl ile ima eder.
Buradan hareketle şiir, gökyüzüne çıkarak âlemi seyredenlerin veya âlemin kendini seyrettiğine inananların iştigal ettiği paylaşılmayan yalnızlıkların, yürek yangınlarının, tarifsiz acıların, bitmeyen umutların, izahı zor hüzünlerin, hasret girdabının, gurbet düşlerinin, sıla özleminin, beşeri sevdaların, mısra mısra anlatılmasıdır.
Şairlik her makam ve rütbenin üzerindedir. Çünkü şair, ifade edilemeyen duyguların tercümanıdır. Bu itibarla başkalarının fark edemediği şeyleri his ve idrak etmesi sebebiyle de şiir söyleyene ve yazana şair denilmiştir. Bu denli edebi zevke sahip bir söz ustasının yazdığı - iyi - şiir olmasın da ne olsun.
SORU: Siz aynı zamanda öykü ve deneme yazıları da kaleme aldınız, şiir ve diğer türler arasındaki geçişler size ne ifade ediyor?
CEVAP: Bu soru ikinci soruyla yakından ilgili bir soru. Halk kültürüne karşı aşırı duyarlı bir kardeşiniz olarak halka ait her ne varsa tam ortasında buldum kendimi. Bu benim irademle hesap ederek ortaya koyduğum bir şey değil. Temsil ettiğim bu nokta kendi mecrasında gelişen bir durum. Bu arada bir hikâye anlatarak soluklanalım. Ne dersiniz?
İki hırsız arkadaş bir yerden bir yere gidiyorlar. Biri diğerine dönerek ileride görünen çift süren adamın önündeki öküzünün birini çalabileceğini söyler. Diğeri buna itiraz eder. Nasıl olur arkadaş, adamın önündeki öküzünü nasıl hırsızlarsın? Ben de mesleğimde kötü sayılmam ama bu kadarına da ihtimal vermem demiş.
Bizimki "Sen burada duracaksın, gücünün yettiği kadar 'Şaştım, şaştım!' diye bağıracaksın.” demiş. “Gerisini bana bırak.” diyerek yanından ayrılmış.
Arkadaşı “şaştım şaştım!” diye bağırırken bizimki arkadan dolanarak çiftçinin çift sürdüğü yere yaklaşmış.
Çiftçi şaştım diyen adamın ünlemesini duyunca öküzlerini hoğlamış, mesesini dikmiş, şaştım diye bağıran adama doğru gelmeye başlamış.
Öküzlerin başının boş olduğunu gören bizimki yaklaşarak boyunduruktan çözdüğü kırmızı öküzü tepeden aşırarak gözden kaybolmuş. Bu arada çiftçi bağıran adamın yanına yaklaşmış. “Bire adam neden bağırırsın neye şaştın?” demiş
Bağıran hırsız adamın geldiği yönü göstererek “Tek öküzle çift süren adama şaştım.”
Adam dönmüş bakmış geriye. Öküzünün biri yok. “Vallahi bu işe ben de şaştım.” demiş.
İşin doğrusu bu işe ben de şaştım.
ŞAİR AYNI ZAMANDA DERDİ OLAN İNSAN DEMEKTİR
SORU: Yazma sürecinizde ritüelleriniz var mı? Bir şiirin ya da metnin ilk dizesi nasıl ortaya çıkar?
CEVAP: Şair aynı zamanda derdi olan insan demektir. Şair insanlık adına dertlenen, her düşenle düşen, her ağlayanın gözyaşına ortak olan, hassas bir o kadar da naif yürek taşımaktadır. Dağ ardında patlayan tüfekle bulunduğu yerde vurulan insanın neyi nasıl söyleyeceğini mayalanan yüreği belirler. Aldığı yaralar kanamaya, çıbanlar baş vermeye başlayınca inilti başlar. Bu inilti sese evrilince işte o vakit söz şiire dönüşür. Sözün özü, derdi olmayanın şiiri olmaz.
SORU: Bugün şiir yazmanın ve yayımlamanın, geçmişe göre ne gibi zorlukları ve avantajları var? Dijital platformların şiire etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Şair, şiir yazmakla mükellef. Şiirleri dilden dile intikal eden Karac’oğlan'ın şiirlerini yaşatan bu toplum, kendine ait hiçbir şeyi zayi etmez. Cenk meydanlarında koçaklama söyleyen Köroğlu, Dadaloğlu şiir mi yayınladı. Yazma ve yayınlamadan daha önemlisi, özgür ağırlığı yüksek, anlam derinliği ile hatırı sayılır söz söylemek gerek.
Sap ile samanın, arpa ile atın birbirinden ayırt edilemediği günümüzde şiiri geçim kaynağı gibi gören kendince akıllı bir güruh türedi. Bunların dertleri kalıcı eser vermekten çok, kendilerini (ahbab-çavuş ilişkisi ile de olsa) saydırma telaşı var. Dijital platformlarla, bu kastettiğim zümre için zemin daha uygun hale gelmiştir. Şiir açık pazarcı işi değil, sarraf işidir. Kim neyi nereden alacağını bilir. Gırtlak patlatmaya gerek yok. Şiir gönlün ürünü, aklın değil.
POPÜLERLİĞİN ALTI SAMİMİYETLE DOLDURULABİLİRSE KALICILIĞA MANİ DEĞİLDİR
SORU: Edebiyat dünyasında "popülerlik" ve "kalıcılık" arasındaki dengeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bir eseri kalıcı kılan nedir?
CEVAP: Popülerliğin altı samimiyetle doldurulabilirse kalıcılığa mani değil. Ancak, birileri tarafından - bir akıma kapılarak - kullanılarak gelen popülerlik parlayıp sönen aleve benzer. Ömrü uzun olmaz. Hakikatte edebiyat insanın talep edeceği bir durumda değildir. Bu yolun yolcularından yaşadığı çağın en usta âşıklarının ilk sırasında ismi geçen âşık Sümmanî
“Yazanlar Leyla’nın Mecnun kitabın / Sümmani'yi derkenara yazmışlar” demişse, bize ne oluyor ki ismimizi listenin başına yazdırmaya talip olalım. Kalıcı olmak Leyla ve Mecnun kitabını yazanların bizi listeye alıp almamalarına bağlı. Kalıcılık, yapıp ettiklerimizi zaman mihengi vurduğunda beli olacaktır. Eğer yazarak ürettiklerimiz takdire şayansa zaman eleğinin üstünde kalır, yoksa kaybolup gider. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Fuzûlî'nin döneminde hiç şüphesiz binlerce divan şairi vardı. Ancak o zaman diliminden bu döneme kaç divan şairinin naklettiği ortada. Kalıcı olmak için, gönle yakışır, bugünden yarına ait söz söylemek gerek. Buna en iyi örnek Yunus Emre’yi gösterebiliriz. O dönemde yaşadığı coğrafya, Moğol istilası altında. Emniyet kaybolmuş, güven hak getire. Güçlünün haklı olduğunu iddia ettiği ateş çemberinde, Hak ve hakikatin peşini bırakmamış. Dikkat edildiğinde görülecektir ki Yunus o günün meseleleriyle meşgul olmaz. Kılıç kından sıyrıldığı için kelamı ve kalemi dikkate almayan o günkü ahaliye söz söylemenin zaman israfı olacağını düşünmüş olmalı ki asırlar ötesine seslenmiştir.
Yarına söz bırakanlara selam olsun
“BEN SENİN ÇOCUĞUNUN ÖĞRETMENİYİM” DİYE KİTABINI PAZARLAYAN İNSAN, ELEŞTİRİYE ELBETTE TAHAMMÜL ETMEZ
SORU: Günümüz edebiyatında eleştiri kültürünün yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız, size göre sebepleri nelerdir? Edebiyat dergileri ve platformları, bu eleştirel ortamı ne kadar besleyebiliyor?
CEVAP: Günümüz edebiyatında eleştiri kültürü olmadığı için üretkenlik oldukça yüksek, kalite o denli düşüktür. Bunun da bana göre sebebi, ilk başta gelen sebeptir. Talip olanların ham oluşları, belli bir kıvama yani olgunluğa ulaşamayışlarıdır. Armut bile belli tada ulaşmadan yenilmezken kitap fuarında bir başka standa göz gezdiren kitapseverin elinden tutup "Ben senin çocuğunun öğretmeniyim." diye kitabını pazarlayan insan eleştiriye tahammül eder mi? Etmez tabii ki! Niyesi, yaptığının en basit tabirle nezaketsizlik olduğunu bilerek yapıyor. Ama o an satacağı bir kitap parasına o eziyete katlanıyor.
Edebiyat dergilerinin ekseriyeti kültürümüze hizmet amaçlı çıkmıyor maalesef. Bundan kastım, -dergiyi çıkaran kişi ve grubun - kişisel saygınlığı artırmaya yönelik olması. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da hasbi insanlara ihtiyaç var. Her dönemden daha fazla derginin neşredildiği günümüzde edebi eserin yetersizliğinden şikayetleniliyorsa bunun asıl kaynağı, yazar ve şairim diyenlerde yaşanılan enflasyondur. Adam doktorum dese diploma sorarlar, askerim dese rütbesini sorarlar, mucidim dese icadını sorarlar. Şair-yazarım deyince kimse bir şey sormuyor/soramıyor. Durum böyle olunca da ipini kıran bu sahada toz kaldırmaya çalışıyor. Ez cümle, bu toz günümüzde çıkan çoğu dergiye de yansıyor.
OKUMADAN YAZMAMAYA DİKKAT EDERİM
SORU: Bir başkası tarafından vücuda getirilmiş edebi bir eseri okurken nelere dikkat edersiniz? Bunlar edebî üretiminizi nasıl etkiliyor?
CEVAP: Günlük rutin işlerin dışında çok fazla şeyle meşgul olmam. Okumadan yazmamaya dikkat ederim. Her okuduğum metinde mutlaka, bu metni ben vücuda getirseydim, 'neyi nasıl söylerim'in mütalaasını yaparım. Bu da okuduklarımı tiftik tiftik etmemi beraberinde getirir. Bu konuyla iştigal eder eş dosta da okuduklarını mütalaa etmelerini tavsiye ederim.
SORU: Yaşadığınız coğrafya Elbistan’daki edebi faaliyetlerden kısaca bahseder misiniz? Bu faaliyetler sizce yeterli mi, değilse önerileriniz neler olur?
CEVAP: Asrın felaketinin merkezinde yer alan Elbistan, bu felakette kültür sanat olarak hiçbir yıkıma uğramadı. Bunun da sebebi yıkılacak ne bir kültür sarayı ne de bir kültürel faaliyet gösterilen bir dernek binasının olmayışı idi. Şimdilerde ufak tefek kıpırdanmalar var ancak ne kadar sürdürülebilir, bunu da zaman gösterecek.
OKUMADAN ÂLİM, YATARAK TALİM OLMAZ
SORU: Genç şairlere ve yazarlara yol göstermek için neler söylemek istersiniz? Onlara en sık yaptıkları hatalardan bahseder misiniz?
CEVAP: Genç şair ve yazar adayları, iştigal ettikleri sahada fikrine kıymet verdikleri insanların sohbet dairesinde bulunsunlar. Orada yapılan muhabbet kendi sanatlarını besler. Eğer o kişi edediyete irtihal etmiş ise o vakitte eserlerini rehber etsin. Çok okusun, az yazsınlar. Ehli tarafında yapılan eleştirilere tahammül etsinler. Demir bile ateşe girip örs ile çekiç arasında şekillenmeden hiçbir işe yaramıyor. Yazdıklarının işe yaraması için birinci şart, sabrı elden bırakmamaktır. İkinci şart ise hareket edecek, bıkıp usanmadan emek verecekler.
Okumadan âlim, yatarak talim olmaz.
SORU: Kahramanmaraş Mesder Edebiyat derneğinin faaliyetlerini nasıl buluyorsunuz? Son olarak Salkım Söğüt okurlarına ne gibi bir mesajınız olur.
CEVAP: Kahramanmaraş Mesder Edebiyat Derneğinin faaliyetleri artarak devam ediyor. Biz de alkışlayarak takip ediyoruz. “Salkım Söğüt” ismiyle müsemma bir dergi. Salkım söğütler sulak yerlerde hayat bulurlar. Su kaynağına yakın oldukları için yaprakları sık ve oldukça da yeşildir. Edebiyat şehri, şiirin başkenti Kahramanmaraş'ta çıkan "Salkım Söğüt" dergisi yukarda bahsettiğim nedenlerden dolayı şehrimize çok yakışan bir isime ev sahipliği yapıyor. Hece- hece, satır-satır, yaprak-yaprak emek veren gönül dostlarını tebrik ediyorum. Salkım Söğüt ömrü uzun, kökleri derin olur inşallah.
Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum.
Gönlünüzü açtığınız için ben de Salkım Söğüt ailesine çok teşekkür ediyorum.