Temmuz sıcağıyla birlikte yalnızca doğamız değil, içimizdeki birçok şey de alev aldı. Türkiye’nin altı farklı ilinde neredeyse aynı günlerde başlayan orman yangınları, gökyüzünü kaplamakla kalmadı; kolektif bilinçdışımızda bastırdığımız birçok duyguyu da ortaya çıkardı.

Öfke, suçlama, korku, inkâr… Tüm duygular aynı anda yandı, kül oldu, dağıldı. Geriye kalan 100 yıllık bir yalnızlıktır. Ormanlar hepimizin sahip çıkması gereken en önemli değerdir.
Carl Gustav Jung’un gözünden bakarsak, ateş yalnızca fiziksel bir element değil, aynı zamanda ruhsal bir semboldür. Jung’a göre ateş, hem yok eder, hem dönüştürür. Küllerinden doğan Zümrüdüanka gibi, yangınlar da bazen bir dönüşümün habercisidir.
Orman, Jung için kolektif bilinçdışının sembolüdür: karanlık, yoğun, içine girildiğinde dönüşülen bir yer. Peki o ormanlar yanarsa ne olur? Bilinçdışının kendisi bir yangınla boşalıyorsa, bu bastırılmış öfkemizin, ilgisizliğimizin, doğaya olan aidiyetsizliğin yansıması değil midir?
Yangınların %80’inden fazlası insan kaynaklıdır. İhmal, anız yakma, enerji hatları, piknik ateşleri… Bursa’da 6 ayrı noktada eş zamanlı başlayan yangınlar sabotaj ihtimalini gündeme getirdi. Bazı şüpheliler tutuklandı. Ancak birçok olayda yine temel neden: ihmal ve bilinçsizlik.
Kendi içimizdeki yangına bakmadan doğadakini söndüremeyiz.
Kendi cahilliğimizi onarmadan doğadakini söndüremeyiz.
Seferber olmazsak , doğada bize sahip çıkmayacaktır .
“Ormanlarımız yandı, ama belki de yanması gereken içimizdeki duyarsızlıktı. Şimdi elimizde sadece küller var. Peki biz, bu küllerden ne doğuracağız?”
“Her ağaç yanarken, aslında bir bağ kopuyor bizden. Ama biliyoruz ki doğa, küllerden filizlenmeyi iyi bilir.
Jung’un da dediği gibi, karanlık bir aşamadan geçmeden uyanış olmaz.
Belki de bu yangınlar, sadece doğayı değil, vicdanlarımızı da uyandıracaktır.”