Geçen hafta yapılan üniversite sınavından sonra öğrenciler ve velileri kara kara düşünmeye başladılar. “Sınavın nasıl geçti?” sorusunun cevabı artık “iyi” ya da “kötü” değil “ilk otuz beş bine girerim”, “ilk yirmi bin garanti”…

Mukayese yapmıyorum, yaşını almış birisi olarak elbette bizim dönemimizle karşılaştırmıyorum. Verilen cevaplar muhakkak yerindedir, ona da saygım sonsuz. Benim bu cevaplarda sezdiğim tuhaf bir durum var.

Öğrenciler sınavı kişiselleştiremiyor, benimseyemiyor sanki!

Akan bir nehir var ve o nehrin akış hızında bulunma seviyelerinden bahsediyorlar, bahsederken de sahiplenmiyor; orada olduğunu, mevcudiyeti kadar yer kapladığını ama en ufak bir sapmanın kaderlerini değiştireceğini bildikleri için yıkıma karşı kendilerini -savunma mekanizmasıyla- uzak tutuyorlar sanki. Sadece başarıya odaklandırılmış, başarılı olursa ancak varlığını ispatlayabilecek birer organizmaymış gibi davranıyorlar.

“Başarılıysam, yapabildiysem varım yoksa yokum! Bu yüzden o nehre karışan ince bir akarsuyum, varlığım ancak etrafımdaki diğer akarsuların başarıları ya da başarısızlıklarıyla paralel olarak ortaya çıkacak” şeklinde cevap veriyorlar.

 Üstelik bu çocukların hayalleri bile yok!

   Bizim dönemimizde meslek seçimi yapmak ya da hayalini kurmak lüks değildi. Hayalini kurar ve yapmak istediğimiz mesleğe göre ders çalışırdık. Elbette puan vardı, baraj vardı, aynı zorlu dönemlerden geçiyorduk fakat varlığımız kıymetliydi.

    Anne babamızın gözünde sıralamadan daha kıymetliydik. Komşu çocuklarının ya da sınıf arkadaşlarımızın başarısı gözümüze sokulmuyordu, sokulsa bile değersizleştirilmiyorduk en azından…

   Teori yüklü olsak da pratikte bir şeyleri başarabiliyor, en azından mukayese yapıyor, düşünebiliyorduk. Özel okullarda okuyup en özelinden dersler almasak bile başarı ve tutunma potansiyelimiz daha yüksekti.

+“Ne olmak istersin?”

-“Sıralamama göre değerlendireceğim…”

+“Neden, senin ideallerin yok mu? Vatanına, milletine faydalı mutlu bir birey olmak için sevdiğin bir mesleği yapmak istemez misin?”

-“…?!?!……”

   Bu kısımdan ne yazık ki haberi bile yok…

Peki bu duruma gelmemize sebep olan gençlerimizin hayallerini ve ideallerini çalıp onları sınav sonrası tortuları haline getiren nedir?

   Gelecek planı yapmaktan bile uzak duran okuma hevesini, meslek edinme isteğini yok edici bir savaş alanına dönüştüren nedir?

  Geçenlerde bir veli oğluyla olan konuşmasından bahsediyordu. Çocuk annesine, “bu okula geçtikten sonra başarı ortalamam düştü, eski okulumda olup sınıfın en başarılı öğrencisi olmayı isterdim. Burada herkes başarılı ve bir türlü kendimi iyi hissetmiyorum” demiş. Yıkımı düşünebiliyor musunuz? Henüz lise sınavlarına hazırlanan bir çocuğun hissiyatı bu sözler. Üstelik annesi çocuğunu başarısızlıkla suçladığı için, kendisini savunmak zorunda kaldığı için kurduğu cümleler bunlar!

  Bir de liseyi bitirmek üzere olan ve sınavda beklediğinden düşük not alan öğrencilerin hissettiklerini düşünün.

  Anneler, babalar size sesleniyorum. Evlatlarınızın kıymetini bilin ve onlara başarılarına göre değer vermeyin onları önce var oldukları için sevin.

  Onlar sizin övünç madalyanız ya da yarış atınız değil onlar geleceğin anne babaları, onlar çocuk, onlar insan!