Ekonomik zorluklar yaşayan borçlu işletmelerin veya bireylerin, alacaklılarıyla yeniden yapılandırılmış bir ödeme planı üzerinde anlaşma sağlamasını hedefleyen hukuki bir süreç olan konkordato, son yıllarda iflasın eşiğine gelen birçok şirketin başvurduğu bir çözüm haline geldi.
Dun & Bradstreet’in 2024 Küresel İflas Raporuna göre, dünya genelinde şirket iflasları son 12 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Türkiye’de de durum pek farklı değil. Her yeni gün konkordato ilanı haberleri geliyor. Bu yılın ilk altı ayında konkordato ilan eden firma sayısı 3 binin üzerinde ve bu firmaların toplam ihracattaki payı %59. Sadece Haziran ayında 19 şirket hakkında iflas kararı verildi.

Türkiye'de konkordato sayısında ilk ciddi artış, 2018’deki mali krizle başlamıştı. 2022 ve 2023 yıllarında kısmen düşüş yaşansa da 2024, yeniden tırmanışa geçen bir dönem oldu. Nedeni açık: yüksek kredi faizleri, taşınmazların hızla nakde çevrilememesi, işçilik maliyetlerinin artışı, daralan kâr marjları ve finansmana erişim gibi sorunlar şirketleri borçlarını ödeyemez duruma getiriyor. Sanayi sektörü, bu rüzgarın en sert hissedildiği alanlardan biri.
Bu tablo sadece büyük firmaları değil, onlarla iş yapan küçük ve orta ölçekli işletmeleri de etkiliyor. Büyük bir şirket konkordato ilan ettiğinde, onunla çalışan yüzlerce tedarikçi ve hizmet sağlayıcı firma da domino etkisiyle sarsılıyor. Ana firmanın borçlarını askıya alması, alacaklı olan küçük işletmeleri iflasın eşiğine getiriyor. Kaynaklara göre 2025 yılının ilk beş ayında 50 bine yakın esnaf iş yerini kapatmak durumunda kaldı. Kahramanmaraş’ta da deprem sonrası toparlanmaya çalışan firmalar arasında toparlanmanın aksine konkordato ilan edenlerin olması bir hayli üzücü…
Konkordato ilan eden bir şirket için süreç mahkeme kararıyla başlıyor. İlk olarak şirketin mali durumu inceleniyor ve eğer bir iflas riski görülürse bir konkordato komiseri atanıyor. Bu komiser, şirketin borçlarını hangi oranda, hangi vadelerde ödeyebileceğine dair bir plan hazırlıyor. Alacaklıların çoğunluğu bu planı kabul ederse ve ticaret mahkemesi onaylarsa, şirket iflastan kurtuluyor. En azından bir süreliğine...
Bu süreç, doğru stratejiyle yönetilirse hem borçluya zaman kazandırır hem de alacaklıların tamamen eli boş kalmasını önler. Fakat işler her zaman planlandığı gibi gitmiyor. Hazırlanan plan gerçekçilikten uzaksa ya da şirketin mali yapısı artık geri dönüşü olmayacak kadar bozulmuşsa, konkordato iflası sadece geciktiren bir ara durak haline geliyor.
Üstelik konkordatoya başvuran firmalar bankalar nezdinde de riskli kategoride yer alıyor. Bu firmalara genellikle kredi verilmiyor. Hatta bu firmalara mal satan işletmeler bile bankalar tarafından temkinli yaklaşımla değerlendiriliyor ve kredi imkanları daraltılıyor. Yani sorun sadece borçluyla sınırlı kalmıyor; çevresindeki birçok işletmeyi de doğrudan etkiliyor.
Sonuç olarak, konkordato bir çözüm olabilir ama her derde deva değildir. Şirketin gerçekten toparlanma potansiyeli varsa işe yarar. Aksi halde, sadece kaçınılmaz sonu biraz daha ertelemeye yarayan bir geçiş süreci olmaktan öteye gitmez.
Bir de işin etik boyutu var. Bazı şirketler ne yazık ki bu süreci kötüye kullanıyor. Yıllarca borcunu ödemeyen, yükümlülüklerini yerine getirmeyen bazı firmalar konkordato kalkanına sığınıp, geçmişi geride bırakarak yeni bir firma üzerinden yola devam etmeyi planlıyor. Bu durum, hem adil rekabeti zedeliyor hem de sektörde güven kaybına neden oluyor.