İnsan, doğduğu andan itibaren bir yere ait olma arayışıyla yaşar. Kimi zaman bu aidiyet bir anne kucağıdır, kimi zaman bir şehir, kimi zaman da bir sevgilinin bakışıdır. Aidiyet, ruhun kök saldığı görünmez bir toprak gibidir. Peki ya o toprak hiç yoksa? İşte o zaman insan, sırtında görünmez bir yük taşır: hiçlik.
Hiçliğin sessizliği sadece boşluk değildir; aynı zamanda cevapsız bir sorudur: “Ben kime, nereye aitim?” Aidiyetsizlik, kimi zaman insanı savurur, kimi zaman da ona bütün zincirlerden sıyrılma şansı verir. Yani hiçlik hem tehdit hem de fırsattır: Bir yandan yalnızlığın derinliği, öte yandan özgürlüğün kapısı.
Psikoloji bize şunu söyler: Aidiyet, güvenin temelidir. Güvenli bağlanan kişi, dünyayı bir keşif alanı olarak görür; yolculuğa çıkar, döner, yeniden başlar. Aidiyetini bulamamış, yani hiçliğin yükünü taşıyan kişi ise dünyayı kaygan bir zemin gibi deneyimler. Adım atar ama yere basmaz, bağ kurar ama kök salmaz. Bu yüzden onun yolculuğu, bazen özgürlüğün en saf hali, bazen de yalnızlığın en keskin yüzüdür.
Varoluşçu felsefe de benzer bir kapı aralar. Sartre’ın dediği gibi, insan “özgürlüğe mahkûmdur.” Aidiyetin olmayışı, insanı çaresiz bırakabilir; ama aynı zamanda ona yeni bir hayat kurma sorumluluğunu da yükler. Hiçlik, bir uçurum gibi görünebilir ama o uçurumun kenarında insan, kendi kanatlarını keşfeder.
Toplumsal hayatta ise aidiyetsizlik çoğu zaman yabancılaşmaya dönüşür. Bir insan, bir gruba, bir kültüre ait olmadığında dışarıda kalır. Ama dışarıda kalmak, her zaman kaybolmak değildir. Bazen de en özgür bakış, içeriden değil, dışarıdan gelir.
Sonunda anlarız ki aidiyeti olmayan hiçlik, insanı iki yola çıkarır: Ya kaybolup savrulmak, ya da o boşluktan kendi köklerini yaratmak. Ve belki de en büyük özgürlük, hiçbir yere ait olmadığımızı anladığımız anda başlar. Çünkü o an, sırtımızdaki hiçlik artık bizi zincirleyen değil, yürümeye çağıran bir yol arkadaşı olur.
Yolculuk, göründüğü kadar korkutucu değildir. Belki dönecek bir limanımız yoktur, belki aidiyetimiz yaralıdır. Ama yol, insanı daima kendine götürür. Hiçlik korkulacak bir boşluk değil, yeni bir aidiyetin filizleneceği topraktır.
Yola çıkmaktan korkmayın. Çünkü yolda olmak, aslında özgürlüğün en samimi hâlidir.