Bazı hatıralar var ki zihinde değil, burnun ucunda ya da kulak zarında saklanır. Biriyle uzun zaman görüşmezsin, yüzünü bile bulanık hatırlarsın… Ama bir gün, kalabalığın içinde bir kahkaha duyarsın ya da tanıdık bir parfüm kokusu gelir burnuna, aniden geçmişin kapısı açılır.
Peki hangisi daha kalıcıdır; ses mi, koku mu?
Bilim insanları bu soruya net bir yanıt vermiş: Koku, hafızada en uzun süre kalan duyudur. Sebebi basit; kokular, beynin duygularımızı ve hatıralarımızı yöneten “limbik sistem” dediğimiz bölgesine doğrudan gider. Yani bir koku, seni hiç beklemediğin bir anda çocukluğundaki bir yaz akşamına, ilk aşkının saçlarının arasına ya da anneannenin mutfağındaki tarçın kokusuna ışınlayabilir.
Ses ise farklı bir oyun oynar hafızayla… Zamanla tınısı değişir, hafif bulanıklaşır. Mesela yıllar önce kaybettiğin birinin sesini tam olarak hatırlamaya çalıştığında, kelimeler gelir ama ton kaybolur. Bu yüzden insanlar eski ses kayıtlarını saklar, mesaj kutularını silmeye kıyamaz. Sesin de ayrı bir gücü vardır; duyguyu doğrudan kalbine taşır ama kokununki kadar ani ve keskin değildir.
Belki de bu yüzden ayrılıklarda insanlar kokuları saklamaya çalışır: bir gömlek, bir yastık kılıfı, bir atkı… Ses içinse elimizde sadece hatırlama çabası kalır. Birini özlediğimizde kokusunu duyduğumuzda “o burada” hissi gelir; sesini hatırladığımızda ise “keşke burada olsaydı” deriz.
Sonuçta koku, hafızanın beklenmedik tetikleyicisidir; ses ise özlemin ince sızısı. İkisi de kalbimizde farklı raflarda durur, ama hangisinin daha güçlü olduğu sorulduğunda, cevap belki de şöyle olmalı:
Koku seni geçmişe götürür, ses ise orada biraz daha kalmanı sağlar.
Seslerde ise başka bir duygusal tuzak var. Mesela yaz tatillerinde sahilde yankılanan dalga sesi, sabahları mahallenin simitçisinin bağırışı, eski bir şarkının açılış notası… Birden, tam unuttum sanırken, hafızanın çekmecesinden fırlayıverir. Ama sesler, zamanın tozuna daha çabuk bulanır; tınısı bozulur, netliği azalır.
Kokularla ilgili bir başka ilginç taraf, beklenmedik yerlerde karşına çıkabilmeleri… Kalabalık bir otobüste, yanından geçen biri seni on yıl öncesine ışınlayabilir. O an, gerçek dünya ile hafızandaki dünya üst üste biner. Ses ise genelde bilinçli çağrılır; açarsın eski bir kaydı, izlersin bir videoyu, ya da yıllardır çalmadığın bir şarkıyı dinlersin.
Belki de bu yüzden kokular, hafızanın sinsi yolculuk biletleridir; habersizce seni alır götürür. Sesler ise biraz daha nazlıdır; onları çağırman gerekir.
En unutulmaz anılarımızda ikisi de rol oynar: İlk buluşmalarda parfüm kokusu, mezuniyet gününde çalan şarkı, çocukken uyuduğumuz yastıktaki deterjan kokusu, annenin mutfaktan gelen kaşık tıkırtısı… Hepsi birer zaman makinesi.
Sonuçta ses mi koku mu daha kalıcı, belki de önemli değil. Çünkü bazı anılar kokusuz, bazıları sessiz olmaz. Hafıza dediğimiz şey, bu ikisinin sessiz ittifakında saklıdır.
Birlikte küçük bir test yapalım:
Hafıza Testi: Koku mu, Ses mi?
Şimdi kendinle küçük bir yolculuğa çıkmaya hazır mısın? Gözlerini kapat ve soruları teker teker düşün:
1. Koku Sorusu:
Burnuna ilk gelen kokuyu düşün. Bu koku sana hangi yılı, hangi mevsimi ya da kimi hatırlatıyor?
2. Ses Sorusu:
Kulaklarında canlanan ilk sesi dinle. Bu bir insan sesi mi, bir şarkı mı, yoksa bir ortam gürültüsü mü? Nerede duymuştun?
3. Duygu Sorusu:
Bu koku ve ses, sende daha çok özlem mi uyandırıyor yoksa huzur mu?
4. Karar Sorusu:
Hangisi seni daha hızlı geçmişe götürdü: koku mu, ses mi?
Cevaplarını düşündüğünde, aslında hafızanın hangi kapısından içeri girdiğini göreceksin. Belki de fark edeceksin ki, anılarımızın yarısı burnumuzda, diğer yarısı kulaklarımızda saklı.