Şiddet, şiddeti besler. Evde, okulda ve işyerinde süregelen katı, baskıcı ve otoriter tutumlar, ekonomik sorunlarla birleştiğinde şiddet kaçınılmaz bir sonuç haline gelmektedir. Günümüzde televizyon kanallarında, yazılı basında ve sosyal medyada en çok öne çıkan haberlerin başında cinayetler gelmektedir. 

Şiddete başvuran bireyler, farklı düşüncelere sahip olsalar bile ortak bir noktada buluşurlar: Kendi kişisel sorunlarının ve aileden gelen sıkıntılarının öfkesini toplumsal alanda dışa vurur ve saldırgan hale gelebilir.

Hacettepe Üniversitesi Çocuk ve Ruh Sağlığı Bölümü eski başkanlarından Prof. Dr. Yörükoğlu, çocuğun ve gençliğin çevresiyle olan sorunlarının davranışlar üzerindeki etkisini yıllarca araştırmış ve bu konuda önemli çalışmalara imza atmıştır. Onun görüşlerine göre, bireyin gençlik hatta yetişkinlik dönemindeki davranışlarını, çocukluk dönemi, aile yapısı ve okul hayatı büyük ölçüde şekillendirmektedir. 

Ülkemizde şiddetin boyutu her geçen gün artmakta, özellikle kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri durdurulamamaktadır. Her gün televizyon ekranlarında ve haberlerde bu acı olaylara tanık olmaktayız. Ancak şiddete eğilimli bireylerin hangi faktörlerden etkilendiği konusunda yeterli araştırmalar yapılıp yapılmadığı hâlâ belirsizdir. 

Prof. Dr. Yörükoğlu'nun araştırmaları, şiddete yatkınlığın temel nedenleri arasında aile içi ilişkilerdeki hatalara ve çevresel etkenlere dikkat çekmektedir. Ancak toplum olarak çocuklarımıza verdiğimiz temel eğitimin yeterli olup olmadığını sorgulamamız gerekmektedir. Özellikle ilköğretim yılları, çocuğun hayatı, okumayı ve çevresini sevmesi açısından kritik bir dönemdir. Ne yazık ki, bu yıllar çocuklar için sevecen ve öğrenmeye teşvik eden bir süreç olmaktan çok uzaklaşmış, gerilimli ve yorgun bireyler yetiştiren bir sistemin parçası haline gelmiştir. 

Çocuklar, eğitim hayatları boyunca ruhsal ve bedensel gelişimlerini sınırlandıran birçok etkenle karşılaşmaktadır. Üniversite çağına geldiklerinde ise doyumsuzluk, baskılanmışlık ve birikmiş öfkenin etkisinde kalmaktalar. Bu durum, bazı bireylerde ömür boyu sürecek izler bırakırken, bazıları için ise şiddete eğilimli bir kişilik yapısına dönüşebilmektedir. Eğer bu süreç, yanlış aile alışkanlıklarıyla da birleşirse, durum daha da ağırlaşmaktadır. 

Tüm bu sorunların üstesinden gelebilmek için geniş çaplı plan ve programlarla şiddetle mücadele edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, orta ve uzun vadede kalıcı çözümler elde edilebilir. 

Son yıllarda kadın cinayetlerinin daha fazla gündeme gelmesi, aslında bu olayların geçmişte de yaşandığını ancak yazılı basın ve sosyal medyanın güçlenmesiyle daha görünür hale geldiğini göstermektedir. Ekonomik sıkıntılar ise bu sorunu daha da derinleştirmektedir. 

Şiddetin önüne geçebilmek için bireylerin çocukluktan itibaren doğru eğitim alması, sağlıklı aile yapılarının desteklenmesi ve toplum olarak şiddetin her türüne karşı bilinçlenmemiz gerekmektedir.