Kahramanmaraş Öğretmen Akademileri Edebiyat Akademisi kapsamıda Şair yazar Erdoğan Aydoğan tarafından “Öykü Yazma” konulu konuşma Mesder Kahramanmaraş Edebiyat ve sanat Derneği söyleşi salonunda gerçekleşti.

Edebiyat Akademisi proje koordinatörü Eğitimci-Yazar Esra Nar’ın moderatörlüğünde yapılan söyleşide konuşmacı Eğitimci-Yazar Erdoğan Aydoğan “Öykü Yazma” başlıklı konuşmasında; öykünün temel unsurlarından kurgu oluşturmaya, karakter yaratımından anlatım tekniklerine kadar pek çok başlık ele alarak verimli bir söyleşi icra etti. Aydoğan, akıcı üslubuyla şu ifadelere yer verdi:

HİKÂYE NEDİR, BİZİM HİKÂYEMİZ KİM YAZACAK?

Kavram olarak Hikâye: Bir olayı az çok ayrıntılarıyla anlatma ve böylece anlatılan olay, meraklı birtakım olaylar anlatılan veya birkaç kişinin karakteri çizilen roman türünden kısa yapıt. Hikâye pek uzun olunca roman adını alır.

Hikâye, uzunluğu değişken, ama romandan ya da 'nouvella'dan daha kısa bir tür; belirgin özelliği, bir ana tema ya da ana izlenim çerçevesinde gelişmesi, bakış açısı ve kişi sayısı bakımından sınırlı olmasıdır.

Nahit Sırrı Örik'in Roman ve Hikâye Hakkında Bir Kalem Denemesi’nde:

"Hikâye bir maceranın tek safhası, bir mizacın yalnız bir vaziyette tahlili, bir hadisenin münferit ve teferruatsız manzarası ve nihayet uzun bir mevzuun tafsilattan tamamiyle mahrum edilmiş bir icmali." Şeklinde tanımlanmış.

HİKÂYE “YAŞANILAN” DEĞİL, “KURULAN” BİR OLAYDIR

Hikâye, “yaşanılan” değil, “kurulan” bir olaydır. Hikâyeciye düşen ödev, olayı elinden geldiğince ‘kendi orada değilmiş gibi’ nesnel yazmak; saptırmadan, sanatsal değiştirmelere kalkışmadan yalın bir dille saptamaktır. İşte o zaman süssüz, özentisiz, gerçekçi hikâye doğar.

Hikâye, “olayın çarpıcı”lığından yararlanmada çok ileri gider, yarattığı ya da yaşadığı olayı sömürmeye başlarsa, çabuk parlar belki, ama çabuk da tükenir. Çünkü kendi dünya görüşünü, seçmesini yansıtan olayları, konuları, kendi inancı doğrultusunda durmadan değiştirmek ya da pekiştirmek zorundadır: Ayrıntıları eleyerek, gerçeği bile düzelterek gerektiğinde. Hikâyeci, kanıyla canıyla, soluğuyla, seçmesiyle, var olur hikâyesinde; olayı yaşayan kişiler kadar, olayın geçtiği çevre kadar. O kadar var olur ki, onsuz “olabilmez” o olay, en azından başka türlü olur.

HİKÂYE İLE ÖYKÜ ARASINDAKİ FARK NEDİR?

Hikâye anlatılan, öykü yazılan bir şeydir. 50'li yıllardan başlayarak, Batıdaki örneklerine uygun olarak kurgulanan, hikâye kalmayan, roman olmayan yeni metinlerin başka bir dile dönüştürülemezliği, özetlenemezliği, anlatılamazlığı, sadece ve sadece okunularak nüfuz edilebilirliği nedeniyle giderek tür plânında "biricikleşmesi" edebiyatımız içinde bir kulla­nım alanı açmıştır.

Öykü de diğer sanatsal metinler gibi kurmacadır. Yazar/anlatıcı gerçek ile hayal arasında yolculuğa çıkar. Kendi kendine oyunlar icat eder. Oyun kurar, bu oyunu oynar ya da seyreder. “oyun” bir anlatım biçimi olarak hep ortalıktadır. Anlatıcının görüş mesafesinden çıkmaz. Öykü; zamanın dilini ifade eder. Yazarına geniş özgürlük alanı taşır. Yenilikçi ve hareketli bir türdür.

SIKÇA KARŞIMIZA ÇIKAN KURGU VE KURMACA KAVRAMLARI

Kurgu, roman ve hikâyede olay birliklerinin, sahnelerin birbirine bağlanış tarzıdır. Öyküleme sistemi içinde ancak anla­tıcı tarafından belli niyetlerle plânlanıp dizilerek konumlandırılan eylemler kurguyu meydana getirir. Dolayısıyla kurgu bir teknik olmasının yanı sıra aynı zamanda bir anlatıcı tutumudur ve her metinde değişik bir kimliğe dö­nüşür.

'Kurmaca', en genel haliyle sanatsal düzlemde yaratma/uydurma demek­tir. Bu terim, edebiyatta, "gerçek olmadıklarını bildiğimiz ama uyum ve dü­zen amacıyla doğru kabul ettiğimiz" zihinsel/ hayali yaratım ürünü olan metinler için hem ad hem de sıfat olarak kullanılır. Gürsel Aytaç'ın tanımıyla "Gerçek gerçekliğe uyma iddiasında olmayan, ya­ni "mümkün" ve "muhtemel" olanı anlatan veya oynayan eserler'dir

YAZAR – ANLATICI FARKI YA DA İLİŞKİSİ ÜZERİNE

Anlatıcı, öykünün zorunlu koşuludur. Anlatıcılar, öykü anlatması için yazar tarafından seçilmiş, yaratılmış kurmaca kişilerdir. Öykü kahramanları gibi soyutturlar. Gerçek dünyada karşılıkları yoktur.

Anlatıcının çekeceği fotoğraf, konumlanacağı yer, bakacağı perspektif okuyucunun gözü kulağı olacaktır. Anlatıcı ses, kimi zaman yazarla bütünleşir, kimi zaman ayrışır. Flaubert, nesnel anlatıcıyı savunur; Balzac, yazarı anlatımın içinde sever; Henry James, göstererek anlatmayı tercih eder, Virginia Woolf ve Faulkner, iç sese odaklanmıştır. Hangi ses olursa olsun yazarla anlatıcı arasında mesafe vardır.

Anlatıcı, özerktir. Anlatının merkezini belirler. Parçaların merkezle koordinasyonunu sağlar. Kurgulanan anlatıcı, olayı ya da durumu aktaran kişi olarak yazarın ikinci belleğidir. Kaçınılmaz olarak yazarın birikimini kullanır. Yazarın anlatıcı üzerindeki denetimi, yazarın dili kullanma becerisiyle mümkündür.

TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜNDE DÖNEMLER

Eski Türk Edebiyatı’ndaki sağu’lardan, yuğ törenlerine, Dede Korkut Hikâyelerinden Hz. Ali Cenkleri, Kelile ve Dimne, Binbir Gece masalları, Mesnevilerle süren tahkiyeye dayalı anlatı geleneğimiz modern dönemde Kıssa’dan Hisse, Letaif-i Rivayat, Küçük Şeyler’le gelişerek, değişerek günümüze kadar gelir. Öykümüz Halit Ziya’nın tahlil ve teknik kuruluştaki başarısının yanında verimliliği ile de gelişen, farklılaşan bir düzlem oluşturur. Halit Ziya’dan yarım yüzyıl sonra tahkiyesi, diyalogları, ironik başarısı ile İstanbul halkının öyküsünü yazan Hüseyin Rahmi tek başına bir külliyat oluşur.

1950’lere kadarki Türk öykücülüğünün dört köşesinden kronolojik olarak birincisi Ömer Seyfettin’dir. Ömer Seyfettin, sağlam öykü tekniğini, dil, milliyetçi- siyasal yaklaşım, söylem ve zengin konu seçimiyle dikkati çeker. Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri ile bir ada oluşturur.

Öykücülüğümüzün kimi zaman birbirinin devamı kimi zaman da farklı açılımlar sağlayarak, zenginleşerek öyküler kaleme alan Sadri Ertem, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal’i bir başka kareyi bütünleyen öykücüler olarak ele değerlendirebiliriz. A. Hamdi Tanpınar, Haldun Taner, Ziya Osman Saba, Necip Fazıl Kısakürek ve Tarık Buğra öykümüzün bir başka adasını oluşturur.

Bu ustaların hemen ardından başlayan ve günümüze kadar serpilip gelişerek öykücülüğümüzde önemli bir ağırlık kazanan kadın öykücüler de önemli bir çizgi oluşturur. Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Afet Ilgaz, Sevinç Çokum, Tomris Uyar, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Sevim Burak, Tezer özlü, Cihan Aktaş, Nazan Bekiroğu, Fatma Barbarosoğlu, Ayfer Tunç ilk akla gelen isimler olarak sayılabilir.

Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Şevket Bulut farklı bir öykü, yazı ve duyarlılık izleğinde kümelenir.

ÖYKÜMÜZDE YENİLİKÇİ ARAYIŞLAR

Yenilikçi, genellikle zaman dışıdır ve bu yüzden dönemin yerleşik edebiyat çevrelerince doğru algılanması beklenmez. Çünkü yerleşik anlayışların dışına çıkmıştır, beğenileri zorlamıştır. Bu yabancılaşma çift taraflıdır. Hem okur tarafından hem de edebî kanondan dışlanır. Kuşkusuz yenilikçi olmanın bir bedeli vardır ve ana akımdan akmayıp, klişeleri uzak durarak, yeni bir edebiyat peşinde olmak bedel ister. Bu nedenle yazıldıkları dönemlerde ilgisizlikle karşılanıp yalnızlığa itilmişlerdir. Genel kabul görmüş sınırları zorladıkları ve giderek dışarı çıktıkları için dışarıda kalırlar. Egemen edebiyat anlayışının dışında oldukları için etkisizleştirilirler. Nitelikli eleştiri ortamı da olmadığından yaşadıkları dönemde fark edilmez, görünmez kılınırlar.

Ahmet Hamdi Tanpınar'la aynı kaderi yaşayan yazarlardan biri de Oğuz Atay'dır. Köy ve işçi temalı, mesaj yoğunluklu eserlerin, ideolojik tutumların baş tacı edildiği 1970'lerde, edebiyat dünyasının Oğuz Atay'ın yabancılaşmayı, yozlaşmayı, aydın eleştirisini gündeme getiren, ruhsal çözümlemelere ve yüzleşmeye yaslanan yapıtlarına ilgisiz kalmasında şaşılacak bir şey yoktur. “

Edebiyat Akademisi koordinatörü Esra Nar program bitiminde konuşmacı Erdoğan Aydoğan’a plaket takdim ederek teşekkür etti. Çok sayıda öğretmen ve edebiyatseverin katıldığı Edebiyat Akademisi programı gayet verimli ve başarılı geçti. Bu vesileyle Öğretmen Akademileri’ne, konuşmacı Erdoğan Aydoğan’a, Mesder Edebiyat Derneğine ve programa emeği geçenlere çok teşekkür ediyoruz.

Selam ve sevgilerle.