Bugün dünyada büyük bir çelişki yaşıyoruz: Bir yanda kalkınma hedefleri, artan üretim ihtiyacı; diğer yanda hızla tükenen doğal kaynaklar. En başta da su…
Tatlı su kaynakları, dünya üzerindeki toplam suyun sadece %2,5’ini oluşturuyor. Üstelik bunun da sadece %0,8’i insan kullanımına uygun. Yani yeryüzünde ulaşabildiğimiz temiz su miktarı, neredeyse bir iğne ucu kadar. Yani elimizdeki su miktarı sınırlı, ama talep her geçen gün artıyor. Bu durum önümüzdeki yıllarda 2 milyar insanın su kıtlığı nedeniyle yer değiştirmek zorunda kalacağı öngörüsünü artık uzak bir senaryo olmaktan çıkarıyor.
Suyumuz çok kıymetli; çünkü onsuz ne yaşam var, ne de üretim. Ülkeler arası “su savaşları” artık bilim kurgu değil, soğuk bir gerçek.
Bu kritik tablo karşısında sanayileşmenin hız kazandığı Türkiye gibi ülkelerde hızla büyüyen sanayi sektörünün suya olan ihtiyacı da aynı oranda artıyor. Türkiye’de sadece 2023 yılında sanayinin su talebi 7 milyar tondu. Önümüzdeki 7 yıl içinde bu miktarın %70 artarak 12 milyar tona ulaşması bekleniyor. Özellikle Organize Sanayi Bölgeleri (OSB’ler), bu talebin önemli bir kısmını oluşturuyor.
OSB’lerin temel amacı; sanayiyi disipline etmek, planlı şehirleşmeye katkı sağlamak, çevresel etkileri azaltmak ve ortak altyapı hizmetlerini etkin bir şekilde sunmak. Bu çerçevede önemli bir görevi yerine getiriyorlar. Bugün Türkiye’deki OSB sayısı 368’e ulaşmış durumda. Toplamda 68 bin fabrikanın üretim yaptığı OSB’ler, ülkemizin sanayi üretiminin %45’ini gerçekleştiriyor.
Ancak çevresel sürdürülebilirlik konusunda yeterince donanımlı olmayan OSB’ler, faydadan çok zarar getirebilir. Günümüzde bir OSB’nin günlük atık su miktarı yaklaşık 82.000 ton, bu da yılda 30 milyon ton atık su anlamına geliyor. Yine yaklaşık rakamlarla sadece bir demir-çelik fabrikası günde 50.000 ton, bir kâğıt fabrikası 30.000 ton atık su üretiyor. Dahası, Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya genelinde atık suların %80’inden fazlası arıtılmadan doğaya bırakılıyor. Nehirler, göller ve tarım alanları bu kirli sularla zehirleniyor.
Kirlenen sadece su değil; bu süreçle birlikte ekosistem, tarım alanları ve insan sağlığı da tehlikeye giriyor.
Organize Sanayi Bölgeleri, planlı sanayileşmeyi desteklemek, altyapı ve çevre yönetimini kolaylaştırmak için kuruluyor. Ama eğer çevresel denetimler zayıfsa, bu bölgeler çevreye en büyük zararı da verebiliyor. OSB’lerde yalnızca evsel atıklar değil; metal işleme atıkları, boyalar, kimyasallar, atık yağlar gibi tehlikeli atıklar da ortaya çıkıyor. Bu çeşitlilik, arıtma sürecini daha da karmaşık hale getiriyor. Bu yüzden sektör bazlı atık su analizi ve buna özel arıtma sistemlerine ihtiyaç duyulmaktadır.
OSB yönetimleri ve sanayi kuruluşları, çevresel sürdürülebilirliği işin bir parçası olarak görmelidir. Sadece üretmek değil, doğaya zarar vermeden üretmek önemli. Hava ve su kalitesinin düzenli olarak izlenmesi, ileri arıtma sistemleri, atıkların kaynağında ayrıştırılması, atık ısıdan enerji üretimi gibi inovatif çözümler, hem çevreye hem de sanayiye katkı sağlayabilir.
Ayrıca, sanayi tesislerinin “Yeşil OSB” standartlarına ulaşması da kritik bir adım. Bugün Türkiye genelinde TSE tarafından belirlenen 40 kriteri yerine getiren yalnızca 14 OSB "Yeşil OSB Belgesi" almaya hak kazandı.
Sonuç olarak; sanayi kalkınmamızın lokomotifi olabilir, ancak bu lokomotifin rayları doğanın bağrından geçiyorsa, attığımız her adımın sorumluluğunu taşımak zorundayız. Su gibi hayati bir kaynağı, bir üretim girdisi olmanın ötesinde, yaşamın temeli olarak görmeli ve onu korumak için bugünden radikal adımlar atmalıyız. Çünkü üretmek önemli; ama geleceği tüketmeden üretmek, işte asıl mesele bu…
En önemlisi, suya hak ettiği değeri vermek… Çünkü sanayi, teknoloji ve kalkınma… Hepsi bir yana, susuz hiçbir şeyin değeri yok. Suyu korumak, sadece bugünü değil, geleceği kurtarmaktır.
Sanayi yatırımlarımızı güçlendirirken, doğayı göz ardı etmemek hepimizin sorumluluğudur.