Günlük hayatımız da pek de kullanmadığımız bir kelimedir murakabe; sözlüğü baktım denetleme, denetim ya da “Allah’a bağlanarak çile doldurma!” şeklinde yer verilmiş.

Koestler der ki: “Çağdaş insan, insanın yarısı. Ona kutsiyetini ve bütünlüğünü kazandırmanın yolu murakabedir. Devam ediyor: “Bizi ne yalnız veliler kurtarabilir ne ihtilalciler. Buraya dikkat buyurun: “Kutuplar arasında ahenk kurulmadıkça, insanlığının istikbali tehlikelidir. Ve murakabenin mekteplerde bu nedenle ders olarak konulmasını öneriyorum. Tıpkı Matematik ve jimnastik gibi!” (Kay. Cemil Meriç Bu Ülke s.215)

Arife tarif gerekmez! Derler ama bu sözleri kısaca değerlendireyim istedim. Her ne ise çağdaş olmak? Ama yukarda insanlığın karşı kutuplarının birbirini anlamasını, el ele vermesi, en azından ülke menfaatleri için aynı yöne bakması gerektiği belirtilmiş; bunun da bir düzen içinde yapılması, hatta murakabenin okullarda ders olarak okutulması gibi enteresan bir teklifte bulunulmuş.

İnanın büyük fikir insanlarının kitaplarının çoğunda bu veya benzer sözlerin yani bir olmak, vahdet konusunun önemini bildiğim için altlarını çizmişimdir.

Bu bağlamda Dilipak’da geçen hafta ki “Dört eğilimi bir araya getirmek” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Aslında aynı inancı paylaşanlar, inanç değerlerine dayalı bir birlik oluşturmalılar. Olimpik helezonlar gibi, 2. Halka, fikir ve erdem temeline dayalı, ahlaki zeminde farklılıklara rağmen bir ittifak gerçekleştirebilirler. Ortak fayda için olmasa bile, var olan tehditlere karşı ortak bir savunma refleksi ile birlikte hareket edebilirler. 3. Halka, başkalarının temel haklarına karşı açık ve yakın bir tehdit oluşturmayan ve değer üreten herkes, nimet - külfet dengesine dayalı, fayda temelli itilaflar gerçekleştirebilirler.

VAHDET

Vahdet, bir araya gelmektir. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda risale yazmış. Der ki: “Müminlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve hased; hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslamiyet’çe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir…”

Aslında söyleyeceklerimi de tahmin etmişsinizdir. Konuyu son dönemde siyasetteki kutuplaşmaya getirmek istiyorum. Gerçi bizler pek anlatamıyoruz galiba, sakalda bıraktım ama sözümüz dinlenmiyor. Ey bu ülkeyi idare etmeye aday olan siyasiler, yöneticiler, bürokratlar, sivil toplum liderleri, gazeteciler, yazarlar, aydınlar, akademisyenler, toplum önderleri; çağrımız şu ki:“Doğrularda, vatanımız ve kutsallarımız adına birlik olun, unutmayan aynı gemide yaşıyoruz. Siz gerildikçe, vatandaş da geriliyor. İnanın isterseniz yapabilirsiniz. Peki nasıl?

FARKLILIKLARIMIZI BİR TARAFA KOYALIM

Perşembe günü bir gazetede bir partinin sözcüsü şöyle bir cümle kullandı: “Ekonominin reçetesi, kadrosu, çözümü bizde, biz iktidar olursak bu sorunu çözeriz. İyi de ülkemizin böyle önemli bir sorunu beklemez ki; bekler belki ama olan vatandaşa olur.

Dilipak o yazısında bu birlikteliğinin nasıl gerçekleşeceğini şöyle anlatmış. Şu ilk şart. Dürüst olacağız. Söz verdiğimiz sözümüzde duracağız. Başkalarının, malı, canı, namusu, aklı, inancı ve nesli üzerinde gözümüz olmayacak.

2. Farklılıklar kavga sebebi olmamalı.

3. Akleden, fikreden, istişare eden, şûra yapan, hakkı, hakikatı, hikmeti arayan erdemli insanların oranı o toplumun kalitesini ortaya çıkarır. İstişare ile danışmak, şûra verdiğiniz karardan yarar ya da zarar görmesi muhtemel olanların fikirlerinin dinlenmesi ile ilgilidir.

Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamanın ilk 3 adımı, adalet, barış, hürriyet ile ilgilidir. Bu hedefe ehliyet ve sadakata riayet, rüşvet ve torpilde, suiistimal ve haksız kazanç ve israftan, kibir ve gösterişten uzaklaşarak ulaşılabilir. Adalet en baştadır. Kural; haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı durmak şeklinde olmalıdır. Temel yaklaşım ben nasıl kazançlı çıkarım değil, Hak nasıl razı olur sorusunun cevabında gizlidir!”

Hadi kalın sağlıcakla.