Hiç odun ateşinde pişirilmiş yemek yediniz mi ? Öyle lezzetli olur ki ,yavaş yavaş ,içine sine sine  pişince,tadına doyamazsınız.Bunu belli bir yaştan öncekiler iyi bilir.İsten dışı kararmış bakır tencerenin içinden,havaya karışan mis gibi yemek kokusu,daha mutfağa girmeden burnunuza gelirken,iştah duyguları sizi müthiş acıktırır.

Hele yemeği pişiren siz iseniz,alçak bir iskemlede oturmuş,ocağın başında ,küçük küçük çalı çırpıları,kazanın altında yanan ateşe atarken, neler düşünürsünüz neler.Birkaç iri odunun yanında atılan küçük ve ince çırpılar, ateşi canlandırırken,yükselen alevlerin her bir deseninde ,çeşit çeşit hayalleriniz,anılarınız canlanır.Kızıl,eflatun,mavi,kimi ince ,kimi helezon şeklinde yukarı yükselen,bir uzayıp bir kısalarak kaybolan alevler,insanı düşünsel dünyasında nerelere götürür.

Hatırlayabildiğim ilk çocukluk yıllarımda ,üç ayaklı sacayağının üzerindeki ,uzun saplı siyah tavada ,odun ateşinde pişirilen şehriyeli bulgur pilavının lezzetini hala unutamıyorum.Mis gibi taze yağlı pilavı,etli çekirdek fasulyeyle ve yufka ekmekle sokum  ettiğimiz o günleri,öyle özlüyorum ki.

Yemek pişirildikten sonra,ocaktaki ateş mangala alınır,üzerine hafif kül atılarak,bitişikteki ahşap oturma odası,onunla ısıtılırdı.Sonra mangalın telleri ortaya çekilir,üzerinde de çay demlenirdi.Çaydanlıktan çıkan kaynayan suyun sesi,insana çay içme zevkini,hazzını arzulatırdı.Ne günlerdi o günler.Mangal ateşi bitmeden,çaydan sonra tarhana kızartılır,,kırılan cevizle ,odaya dolan mis gibi kokunun iştahı ile yenirdi.Elimiz yanarak,mangalın telleri  üzerinden alıp ,sıcak sıcak ,ağzımız yana yana yediğimiz o tarhananın lezzeti sanki bu gün yok gibi.

Eğer babaannemin eşref saatine rastlarsa ,kilitli sandığından çıkarttığı şireler  o günün mutlu bitmesine sebep olurdu.Babaannem prensipli titiz.aynı zamanda da kurallarını uygulatmayı seven bir hanımdı.Bizleri çok severdi,ama sandığını asla açık bırakmazdı.Canı istediği zaman,belini tutarak kalkar,sandığın kilidini açar, elinde götürdüğü bakır tabağa sucuk ve samsa koyarak,yüzünde de belli belirsiz bir gülümsemeyle önümüze getirirdi.Onun elini belindeki kuşağa götürdüğünü gördüğümüz zaman,heyecanla bu sahnenin yaşanacağını anlar ,sevinerek beklerdik.

Odun ateşi çabuk yanıp tükenen bir ateştir.Daha sonraki zamanlarda ,sobada yanarken çıkarttığı çıtır çıtır sesleri ,yanında oturup nakış işlerken veya kitap okurken dinlemek çok hoşuma giderdi.Ateş sönmeye başladığı zaman,yeniden odunla beslemelisin,yoksa canlandırmak için nefesinle,gözlerine duman gire gire üfürmen ,bazen de bir gazete parçasını veya çamı,kibritle yakıp yeniden tutuşturman gerekir.Bunları yaparken değişik  bir odun kokusu yakar genzini.Bu arada parmakların is olmuş ,yanakların da pembe pembedir.

Özledim odun ateşi yakmayı,çamaşır yıkamak için büyük kara kazanın altına ,çalı çırpı atmayı,yahut bulgur kaynatmak,tarhana pişirmek için kazan altı yakmayı.O iri iri odun parçalarını çatarak yerleştirmeyi,yanarken görüntüsünü seyretmeyi.Zaman zaman da elin yanarak ,odunları düzeltmeyi ve aralarına küçük odun parçaları atmayı.Ne kadar  heyecanlı ve zevklidir bilseniz.

Çocukluğum bu zevkleri  tadarak geçti.Özlesem de bunları o zamanlar yaşayabildiğim için kendimi mutlu hissediyorum.