Bir insan bayıldığında veya gözlerini yumduğunda, uyuduğunda yaşayıp yaşamadığını namız atışlarından biliriz değil mi? Tıpkı bunun gibi toplumun yaşayıp yaşamadığını da toplumsal nabzın atıp atmadığından öğrenebilirsiniz…

Yani diyorum ki, yaşam kalbiniz atıyor, şuurunun yerindeyse vardır demek. Şöyle ki, kimi hastalar hastalandığında Allah göstermesin kalp atışları vardır ancak, şuur yoktur, bilinçsizdir. Zaten böyle hastalara da doktorlarımız beyin ölümü gerçekleşmiş derler.

Yukardaki örneklerden yola çıktığımızda, halkın toplumsal nabzı atıyor ve şuuru da yerinde ise o toplum için yaşıyor diyebilirsiniz.

Peki bu bağlamda şu soruya cevap bulabilir miyiz? “Milletimizin veya tüm İslam aleminin, hatta insanlık yaşıyor mu? Yaşıyorsa, nabzı atıyor ve şuuru yerinde demek ki, bu durumda o bedende sağlık ve huzur vardır.

Bu durum sadece insanlar veya toplumlar için geçerli değil, aile ve işyerlerimizi de bu kapsamda düşünebiliriz.

Tabi bunun için yani sağlıklı, huzurlu olabilmek için tüm organlarımızın da sağlıklı olması gerekiyor.

Konuyu açayım. Neden bu konuya girdim?

Cuma Namazını nasip oldu, Sabancı Caminde kıldık. Uzun zamandır görmediğim dostlarla uzaktan da olsa sohbet ettik. Yaşadığımız hadiselere nasıl bakıyorlar, insanlığın götürülmek istendiği noktada neler düşünüyorlar? Sordum, hani şu yeni dünya düzeni bahsi var ya o konuda.

İnsanlar gergin ve endişeli. Okuyan, araştıran, sorgulayanlar insanlığın geleceğinin çok da aydınlık olmadığını söyleyenler olduğu gibi. Cenab-ı Allah’a güvenini ifade edenler de var, bir kısmı ise kendine gösterilenleri gördüklerini izah etmeye çalışıyorlar, bazıları ise habersiz.

TEFEKKÜRÜ BIRAKTIK

Sonra namazdan çıktım, bir okuyucum dışarda beklemiş, döndü hocam  şu virüs meselesini bir türlü anlayamadım, zihnimde bir çok soru var ancak, bu sorularıma cevap bulamıyorum. Olayları zincire vurduğumda, kopuyorlar, sabaha kadar düşünüyorum, halimiz ne olacak? Dediğinde, bekle yarın ki yazımda bu konularda düşüncelerimi yazacağım, dedim. Muhtemelen Ali kardeşimiz bu yazıyı bekliyordum.

Diyeceğim şu ki, her insan önce kendi tedbirlerini almalı. Kendimize karşı bireysel sorumluluğumuz olduğu gibi, topluma karşı da sorumluluklarımız vardır. Toplumun geneli bu sorumluluklarını yerine getirirse, sorunlar azalır.

Konuyu biraz daha açayım, yani dünya nereye götürülmek isteniyor? Sorusunun cevabını vereyim.

Eskiden, yani bir önceki dünya düzeninde, bütün şeytanlar birlikte hareket ediyordu. Şimdi bu iki şeytan ayrıldı ve birbiri ile kavga ediyorlar. Yeni yüz yılın, yani küreselcilerin büyük hesabı var. Dünya tek devlet olsun, her şeyi de biz idare edelim diyorlar. Eski şeytandan dolayı olan batılılar özellikle de ABD’nin şimdiki yöneticiler dolar iktidarının devam etmesini istiyorlar. Küreselciler ise o düzenin devam etmeyeceğini, tek para, tek bayrak, tek devlet olsun. İnsanları böylece daha rahat kontrol edebiliriz (çip falan takılacak deniyor ya) diyorlar.

Şimdi oyun bu ve emperyalist güçler bölünmüş, peki eski şeytan mı kazanır, yeni şeytan mı? Yani hangi şeytan kazanırsa kazansın, fark etmez kaybeden mazlumlar yani sömürülenler oluyor.

Peki şimdi ne olacak. Hakkı savunanlar ayağa kalkacak. Çok çalışacak, okuyacak, araştıracak, sabahlara kadar laboratuarlarda deneyler yapacak…

Şahsen Kur’an-ı Kerim’in verdiği mesajlara baktığımda ben ümitliyim, şöyle ki, “Cenab-ı Allah Kadir-i Mutlaktır. O ol derse olur, şeytanın hükmü olsa idi bugüne kadar hep kazanırdı. Doğrudur şeytan oyun oynar, kimilerimizde onun oyununa düşeriz ama sonunda hüküm Allah’ın olduğu için, hep iyiler kazanır.  Bütün peygamberler döneminde böyle olmuştur. Mesele iyi niyetli olup, Hak için hakkı, hukuku, adaleti savunun, iyilerin yanında yer almaktan geçer.

Çünkü hak gelmeden, batıl zail olmaz!

Kalın sağlıcakla.