Tam 100 yıl önce Kahramanmaraş’ta hepimizin bildiği Abdallar mahallesinde bir adam evinin avlusunda oturuyordu. Çocukları toprak avlunun ilerisine oyun oynuyordu. Üç atlı mahallenin çalılık yolundan avluya geldi.

“Halil ağa sen misin?” diye selamsız sabahsız sordular. Bu selamsız sabahsız gelişe Halil ağa bozulmuştu. “benim ne diyon?” diye aynı tonda biraz sertçe cevap verdi.

Atlılardan biri “yarın İtürmezin Dağından Fransız Ordusu geliyor, bir davul alıp iki adamınla, zurnayla bunları karşılayacaksın” dedi.

Abdal Halil Ağa duyduklarına inanamadı. Bu fütursuz teklifi etmelerine bile şaşırmıştı.

“ney… ney… ney…. Bir daha de.” Diyerek Maraş tabiriyle soruyu kerçeder.

Adam Halil Ağa’nın tavrını anlamaz. Teklifini tekrar eder.

Abdal Halil Ağa “ben mi garşı gelicim?(karşılayacağım)” diye hayret ve kızgınlıkla sorar.

Adam “Gitmiyorsan para burada.” Diye bir kese gösterir. Hatta teklifi reddedilmez hale getirmek için “Eğer yetmezse gerisi de burada” diyerek atının terkisindeki şişkin heybeye elini daldırır. Öyle ya, bu adam Maraş’ın o dönem en zengin insanlarından İttihat ve Terraki’den Maraş Mebusu olmuş koskoca Hırlakyan’dır. Hem gelen Fransız ordusu burayı Ermenistan yapacaktır. Osmanlı ordusu yenilmiştir. Artık kim onu kim reddedebilir.

Ama unuttuğu hesaba katmadığı bu topraklarda yaşayan bir milletin ruhunu Abdal Halil Ağa tarihe geçecek sözlerle yüzüne haykırır. “Dur! Çıhartma, o altınlar sizin olsun. Bir kese altın değil davulumun kasnağını altınla da doldursan ben din gardaşlarımın bağrına çomağımı vurmam. Müslüman gardaşlarımın soğanının gabcığına muhtacım amma senin altınlarına muhtac değilim.” Der. Abdal Halil Ağa’nın heybeti sözlerinin gücüyle birleştiğinde ihanetin korkak yüreği ürker.

Atlılar geldikleri yoldan giderken tehditlerini savurur. “alacağın olsun Halil bunu unutma, ilk ataşımız sana olacak göreceksin, bunu unutma… bunu unutma…”

İşte Maraşlı 100 yıldır bunu unutmadı.

Abdal Halil Ağa o gün Ulu cami’ye gidip şehrin eşrafına olanları anlattı.

Ertesi gün 29 Ekim 1919’da Fransız birlikleri Maraş’a girerken işbirlikçi Ermeniler vatandaşı oldukları Osmanlı İmparatorluğunu işgal eden bu birlikleri utanmadan coşkuyla karşılamışlardı. Hatta birliklerin içinde Fransız üniforması giyerek yüz yıllardır yaşadıkları toprakları işgal etmeye gelenlerde vardı.

Bu işgal günü sokaklarda “Ay doğdu gün doğdu, burası Ermenistan oldu.” Hatta burada yazmaya bile hicap ettiğim namusa, vatana ve dinimize edilen hakaretler yankılanıyordu.

Maraşlılar gözyaşları içinde sokağa dahi çıkamaz hale getirilip evlerinde hakaretlere maruz kalıyorlardı.

22 Şubat 1919’da gelen İngiliz birlikleri de 8 aydır Maraş’taydı. Henüz şehirden ayrılmamışlardı.

Bugün bu yazıyı okumaya halen devam eden hemşerim; tam yüz yıl önce bugün Maraş’ta bir yanda Fransız askerleri, öte yanda İngiliz birlikleri, intikam hisleriyle azmış bu günün tabiriyle terörist-işbirlikçi Ermeni komitacıları şu an yaşadığımız toprakları işgal etmişlerdi. Ve onları durduracak yeryüzünde bir kuvvet yok gibiydi.

Tam yıl önce bugün 30 Ekim 1919’da;

iki ayrı devletin askerleri işgal ettiği bu şehirde törenler düzenleyerek bu toprakları Maraş’ımızı birbirlerine devir-teslim etmekte bir beis görmüyorlardı.

Fransız birliklerinde Senegalli ve Cezayirli sömürge askerleri, İngiliz birliklerinde Hintli sömürge askerleri, Fransız birliğinde aslen Osmanlı tebaası Ermeni isyancılar bulunuyordu.

Dünya sanki aptallaşmış, koyun sürüsü gibi emperyalist devletlerin uşaklığından başka çare yokmuş gibi davranıyordu.

1. Dünya Savaşı bitmiş ve onlar galip gelmişlerdi. Artık karşılarına çıkabilecek hiçbir kuvvet kalmamış zannediyorlardı. Görünürde ki tüm silahlı birlikleri teslim almışlardı.

Maraş’ta Türk Milletinin tek tesellisi bir garibanın, Abdal Halil Ağa’nın sözleriydi. O günlerde dilden dile aktarılıyordu.

-Abdal Halil Ağa ne demiş?

-Bu din bahsi ben gardaşlarımın bağrına çomak vuramam, diğik.

-Al bu altınları davulumun kasnağını altınla da doldursan ben bu davulu çalmam, diğik.

100 yıl önce Maraş’ta tam bu gün manzara bu idi.