31 Ekim 1919, Günlerden Cuma.

41 yaşında aksakallı bir adam Uzunoluk’ta dükkânında süt satmaktaydı.

İki gündür şehre Fransız birlikleri geliyordu. Özellikle 30 Ekim sabahı çarşı-pazar Fransız ve Ermeni bayraklarıyla donatılmıştı. Ermeniler iki gündür geceleri de dâhil olmak üzere sokaklarda taşkınlıklarına devam ediyorlardı. Komşularının hanımlarına kızlarına mukaddesatlarına küfürler savurmaktan çekinmiyorlardı. Sözde Kilikya hükümetinin kurulduğunu ilan ediyorlardı. Artık hâkimiyet onlardaydı. Ne de olsa onları yaklaşık 90 yıldır azdıran devletler Osmanlıyı yenmiş ve Ermenistan’ı kurmaya gelmişlerdi. Hatta hayallerinde kurmuşlardı bile…

Aslında Fransızlar 1. Dünya Savaşında kendilerine maşa olarak işbirlikçi Ermenileri seçmişti. Onların ihanete yatkın olanları çoktan oyuna gelmişti. Fransa dünya savaşında doğu cephelerine asker bulamayınca Ermenilerden oluşan bir askeri birlik kurmuştu. Ermeniler emperyalistlerin ucuz askeri gücü olmuştu. Fransa’dan buralara asker intikali zor olacaktı. Kıbrıs’ta eğitilen bu ihanet birliğinin adını “La Légion d’Orient” – “Doğu Lejyonu” koymuşlardı. Tamamı Ermenilerden oluşan bu birliğe daha sonra “La Légion Arménienne”, yani “Ermeni Lejyonu” denmeye başladılar. Maraş’a dün gelen birliklerin bir taburunu bunlar oluşturuyordu.

Daha şehre girerken mezarlıkta bir muhaciri şehit ettiler. Şehre intikam hisleriyle giren bu birlik daha girerken ölüm getirmişti. İki gündür devam eden akıl almaz hakaret ve küfürlere dayanamayan Türkler evlerine kapanmak zorunda kaldı. Nasıl kapanmasın! Çarşı karakolundan komiser Cemil’e Ermenilerin yaptığı bu taşkınlıklara çare bulması için mutasarrıf yani dönemi valisine konuyu arz etmesi söylendi. Gelen cevap sahipsizliğin ve çaresizliğin tarihe düşen notu gibiydi. Osmanlı Mutasarrıfı Ata Bey “Bir hadiseye mahal verilmemesi için taşkınlık yapan Ermenileri şikâyet eden İslamların nezaret altında bulundurulmasının münasip olacağı” cevabını verdi! (TOĞUZ, 2018)  

İşte 31 Ekim 1919’da Maraş’ın hali buydu. Namusuna küfreden Ermeni’yi şikâyet eden Müslüman nezarete atılarak asayiş temin edilecekti.

Sokaklarda Fransız üniforması giymiş Ermeni askerler sözde devriye geziyordu. Zeytin Ermenilerinden iki asker müsveddesi sarhoş olmuş, Kapalıçarşı’da esnafa sataşarak olay çıkarmaya çalıştılar. Bir kasabın sert tepkisiyle oradan uzaklaşarak Uzunoluk’a doğru devam ettiler.

SÜTÇÜ İMAM OLAYI

Günlerden Cumaydı. Yazmaya hicap ettiğim küfürleri iki gündür sokaklarda savuran işgalciler ve onların işbirlikçileri bu mukaddes günde tarihin en hayâsız saldırılarından birisini yaptılar. Artık iş hakaretten çıkmıştı. Uzunoluk’ta hamamdan çıkan iki kadına “burada artık çarşafla gezilmez.” diyerek saldırdılar. Burası şehrin en işlek caddesiydi. Bu saldırının amacı bir milletin tarih önünde namusunu kirletmekti. Kadınların ve yanlarında ki çocuğun çığlığı caddede yankılanırken Kel Hacı’nın kahvesinde oturan Çakmakçı Sait dayanamadı. Silahı yoktu ama bu yaşananlara kim olsa dayanamazdı. Fransız askeri olmuş insan müsveddelerinin kurşunlarıyla yere yığıldı.

Caddenin karşısında süt satan aksakallı 41 yaşında ki Sütçü İmam silahını çekti. Bu milletin namusunu hiçe sayan binlerce kilometre uzaktaki bir devletin uşaklığını binlerce yıldır yaşadığı insanların tuz ekmek hakkına tercih eden hainlere doğrulttu. İhanet tarihinin sayfalarına yazılan iki hain, hiç tanımadığı bacılarının namusuna sahip çıkan bir yiğidin kurşunlarından kaçamadı. Tabancası ateş saçtı. Ateş sesleri sustuğunda yere düşen beden zilletin ve ihanetin temsilcilerine aitti.

Artık Uzunoluk’ta bir yanda Çakmakçı Said’in şahadet nuru, öte yanda iki rezilin ihanet ateşi yanıyordu. Bütün gözler sokak ortasında elinde silahıyla ayakta kalan tek kişideydi. Yalnızlığın ve çaresizliğin ızdırabını yaşayan iki kadın, çaresizliğin en masumunu tadan bir çocuk, işgalin en zelil halini yaşamış bir sokağın gözleri, zulme karşı duran İmam ismindeki bu sütçünün üzerindeydi. Ölüm onun için kaçınılmazdı artık... O, adının tarih sayfalarına altın harflerle yazıldığından habersizdi. O gün İngiliz ve Fransız askerlerinin devriye gezdiği şehirde olmayan tek şey adaletti. Herkes Sütçü İmam yakalanırsa ne olacağını çok iyi biliyordu. Hızlıca ara sokaklara girerek uzaklaştırdılar.

Hainlerin havaya açtığı ateşle Bektutiye Medresesinde Gaffar Kabuloğlu Osman da yaralanmıştı. Aynı gün Zülfikaroğlu Hüseyin’de şehit edildi. Artık şehirde ölüm devriye geziyordu. İşgal kuvvetleri Maraşlıları korkutarak sindirmek isterken, Sütçü İmam’ın cevabı tarihe yön veriyordu.

O gün sözde Kilikya Devletini kurduğunu sanan bedbahtlara ve bu toprakları sömürge yapmak isteyenlere Sütçü İmam öyle bir korku saldı ki bugün dahi adından korkarlar. Tarihten adını silmek için her türlü iftirayı, yalanı söylemekten çekinmezler. Çünkü o ruh bu topraklarda durdukça buralara giremeyeceklerini yüzyıl önce anladılar. Bu gün üniversiteye hazırlanan gençlere “çalışmazsanız Sütçü İmam’a gidersiniz.” Diyenler, “Sütçü İmam olayı olmamış” ya da “Sütçü İmam kahraman değilmiş” diye gazel okuyanlar cehalet ve gaflet hastalığının taşıyıcılarıdır. Daha tehlikelisi Sütçü İmam’ın adını kötüleyen bu fikirleri üreten ve bu yalanlara inanan bir toplum oluşturanların; Sütçü İmam’ın kahramanlığının gerçekliğini ve onun ruhunun neleri durdurduğunu bizden daha iyi biliyor olmasıdır.