İnsan yaşlandıkça sessizliğe ve toprağa yöneliyor. Hikmeti nedir bilmiyor ama bu iki unsur sakinleşmemize neden oluyor, böyle olunca da bitki ve ağaçlarla ilgileniyor daha fazla düşünme imkânı buluyorsunuz.

Bitkiler birçok yönden insanlara benzer, bazıları toprağa o kadar bağlı ki kökünden koparmanız mümkün olmuyor (ayrık otu misali). Nedense bu bağlamda ben de Türk Milletini Çınar ve Ayrık Otunun fıtratı ile örtüştürüyorum. Çünkü yüz yıllardır bizi kökümüzden koparamayanlar, bu defa da kendilerine benzetmeye çalıştılar. Kısmen başarılı oldular ama tam kökümüzden koparamadılar.

Kısmen diyorum, nedeni şu: “Kut’ulEmare’de, Çanakkale, Kurtuluş Savaşında emperyalistlere karşı verilen savaşta kazandık. Savaş sonrası ise batı kültür ve emperyalizminin istilasına uğradık. Bu, bizim cephede kazandığımız bütün zaferleri gölgeledi. Milli ve manevi değerlerimizin can damarlarına, meyvelerine ve bizi biz yapan bütün değerlerimize zarar verdi.

Bir ülke, yabancı orduların işgaline uğrayınca ya yağmalanır veya tahrip edilerek yok edilebilir ama; kültür emperyalizmiyle işgal edilince, o milletin ve ülkenin rengi ve şekli, ruhu ve cismi değiştirilerek kendisi olmaktan çıkar ve yabancıların kontrolüne geçer.

KÖKÜMÜZ SAĞLAM

İşgal edilip yağmalanan ülkeler her ne kadar büyük tahribatlara uğrasalar da toprağın altındaki kökleri uygun bir iklim ve mevsimde kendi kişiliği ve kimliği ile yeniden toprağın bağrından fışkırır ve bu işgale başkaldırır.

Hiçbir işgalci-istilacı ordu bu başkaldırıya karşı gelemez. Toprağına ve köklerine bağlı yerli ve milli güçler bir gün her zaman, ama; mutlaka kazanır.

Kültür emperyalizmiyle işgal ve istila edilmiş ülke insanlarının düş ve düşünceleri morfinlenerek uyuşturulan ve ameliyat masasına yatırılan hastalara benzerler. (İşte bizlere düşen bu noktada, özümüze dönmek, kültür emperyalizmine karşı baş kaldırmaktır. Hani bir slogan vardı ya; “ Ey Türk, titre ve kendine dön!)

Bu milletler başta cerrahın elindeki neşterin kendilerini kurtaracağını sanır. Ameliyat sonrası narkozun tesirinden uyanıp kolları, bacakları ve diğer azalarının kesilip doğrandıklarını gördüklerinde dehşete düşer ve durumun vahametini anlar ama iş işten geçmiş, operasyon bitmiştir.

BAĞIMSIZLIK, ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ SLOGANLARINI KULLANDI

Türkiye başta olmak üzere tüm İslam alemini işgal ve istila eden batı emperyalizmi, önce; ‘’Bağımsızlık mücadelesi’’ dedi, bu milletleri kendi geleneğine, kültürüne, tarihine, devletine ve yöneticilerine karşı düşman etti. Daha sonra onları kültür emperyalizmiyle uyuşturdu, uyuttu ve sımsıkı kendisine bağladı.

‘’Demokrasi ve Özgürlük’’ dedi, o milletin binlerce yıldır barış ve kardeşlik içinde yaşayıp sürdüre geldiği yönetim tarzı ve sistemine, maddi ve manevi değerlerine karşı onları yabancılaştırdı.

Sonra da onlara kendi biçtiği elbiseleri giydirdi ve kendi sistemini ve otoritesini dayattı.

‘’Kurdukları uluslararası tuzaklara düşmeyenleri askeri ve ekonomik şantaj, tehdit, boykot ve zorlamalarla böldüler, parçaladılar, kamplaştırdılar, zayıf düşürüp teslim aldılar ve köleleştirdiler.

IMF, NATO, BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla batı emperyalizmi insanlığı kendi örümcek ağı tuzağına düşürdü.

Kültür emperyalizmi sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda; sömürülen milletleri sistematik olarak kendi özünden koparma, yabancılaştırma, köleleştirme ve mankurtlaştırma sistemidir…”

Diyen Arif Altunbaş ağabeyimizin bu tespitlerin altına imzamızı atıyoruz.

Ama bu tespitlerin içi boş kalmamalı, mutlaka doldurulmalı ve kendi öz kültürümüze dönmek için çaba sarf etmeliyiz. Bu bağlamda biz biz yapan örf ve adetlerimizi yaygınlaştırmamız gerekiyor. Bir başka deyişle diriliş şarkıları  veya süslü söylemler yerine, diriliş eylemleri yapabilmeliyiz. Dostumuzu ve düşmanımızı birbirinden ayırmalıyız, doğru yolda yürümenin erdem olduğunun farkına varıp, Cenab-ı Allah’ın buyurduğu gibi “Emrolunduğumuz gibi dost doğru olmalıyız!”

Esas mesele de burası.