Tanzimat’tan bu yana ''Batılılaşma'' diyebileceğimiz bir sevdamız vardı. Şimdi yandı bitti, kül mü oldu? Yoksa yola devam mı?

“Batılılaşma ve onun getirdiği yozlaşma, yerli ve milli değerlerden kopma, uzaklaşma bizde devletin tepesinden başladı. Bize tüm kurumlarıyla ‘’Medenileşme’’, ‘’Çağdaşlaşma’’, ‘’Uygarlaşma’’ olarak sunulan bu yabancılaştırma operasyonu bazen; ‘’Milletin Osmanlı baskı ve zulmünden kurtuluş reçetesi’’ olarak pazarlandı, bazen de: ‘’Gericilik ve yobazlığı yok etmek’’ için milletimize zorla içirilen bir yılan zehrine dönüştürüldü.” Bunu da sözde o dönemin ‘aydınları’ yaptı.

Sonra birileri batılılardan daha batılı olmak isteyince başladık kültür emperyalizmine, bunu içimizden birileri körükledi, kurtuluş gibi gösterdi bize o sevdayı. Oysa, bizi biz yapan değerleri biz inancımızdan almıştık, kıymetini bilmedik!

Peki biz batılılaşmayı yanlış anlayınca ne hale geldik, biraz açayım.  Yanlış anlama diyorum bilerek, çünkü batının ilgini, fennini almak ve üretmek yerine, fos kültürlerine yöneldik.

Yazar Arif Altunbaş hocamız diyor ki; “Bugün siyasetimizin, ticaretimizin, kültür ve sanatımızın, hatta; din anlayışımızın neresine bakarsanız bakın, her yerde ve alanda bu her türlü batılılaşmanın izlerini görürsünüz. Hayatımızın her alanında ciddi bir çürüme ve kokuşmayla karşı karşıya oluşumuzun sebebi bu kültür emperyalizmidir.

Batılılaşmanın işgal ve kuşatmasından kurtulmak herkesin kendisinden başlayan ve dalga dalga ailesinden, çevresinden, ülkesinden ve coğrafyasına kadar uzanan, madde ve mana planında tüm insanlığı kucaklayan topyekûn bir kurtuluş mücadelesiyle ve dirilişle mümkündür. Ülkemize ve milletimize gerçek özgürlük ve bağımsızlık getirmek istiyor isek; biz, bu savaşı hayat memat meselesi olarak görüp mutlaka ciddiye almak ve ama; mutlak kazanmak zorundayız…”

BATININ KÖKÜ YOK, ONLARDAN İFLAK OLMAZ

Batı askında kendi yanlışını görmedi. “Irkçı, ayrımcı, ayrılıkçı, köleci insan anlayışı Batı uygarlığının kökendeki temel “değerleri” olarak boy verdi. Bu tutum ABD ile başlamadı, onunla da bitmeyecek…”

Rasim Özdenören diyor ki; “Başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde son on yıllar boyunca cinayetler ve kundaklamalarla sürdürülen İslam düşmanlığı aynı Batı’nın marifeti cümlesindendir.

Kovboylar artık birbirlerine düştü, ben şahsen bunu bugün söylemiyorum, on yıllardır yazarım aynı konuyu, çünkü zulüm ile yaşam devam etmez.

Sadece Irak’ta yaptıklarını düşünürseniz, ABD’nin gerçek yüzü ortaya çıkar, tam bir emperyalist ülke.

Afrika’dan kaçırdıkları zavallı masum insanları yüzyıllar boyu köle olarak çalıştırdılar. Bu anlayış halen bastırılmış değil. Bu son olayın kökeninde gene aynı zihniyeti görmemek mümkün mü?

GERÇEĞİ GÖRDÜLER, İSLAM YAYILMAYA BAŞLADI

ABD’de 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren siyahiler nezdinde başlayan İslam’a yaklaşma eğilimi kendine özgü bir gelişim çizgisi izledi. Vakta ki Malcolm X’in (Malik el-Şahbaz) 1964 yılında Hac ziyaretine kadar da o anlayış sürdü. Malik el-Şahbaz bu Hac ziyareti esnasında İslam’ın hakikatini öğrenmiş oldu. Arkadaşlarına yazdığı mektupta: “Amerika’da biz İslam dinini yayalım derken meğer beyaz ırkçılığa karşı siyah ırkçılığı savunuyormuşuz. Oysa İslam her türlü ırkçılığı reddediyor. Ben burada beyazların en beyazıyla, sarışınların en sarışınıyla aynı sofraya oturuyorum, onlarla aynı kaptan yemek yiyorum; kolumun yanımdaki beyaz insanın koluna değmesinden kimse gocunmuyor. (Buraya dikkat buyurun!) Eğer Amerika’da gerçek İslam’ı benimsetirsek ırkçılığı kökten kazıyabiliriz” diye yazıyordu. Yazık ki bu fikrini kabul ettiremedi. Ve muhtemelen bu fikri nedeniyle de öldürüldü.

Olaylar ne kadar genişlerse genişlesin Batı’nın temeldeki ırkçı, ayrılıkçı, ayrımcı, köleci tutumunu değiştirmeye güç yetireceğini beklemek bir ham hayal olur.

Durum yalnızca onun demokrasi, insan hakları, özgürlük sloganlarıyla perdelenmiş süslü maskesini bir kere daha yırtmaya yarar, o kadar…” Evet, batı batacak!

Kalın sağlıcakla.