A.AVGIN - Lütfi Bilir kimdir, kısaca kendinizden bahseder misiniz?
L. BİLİR - Yedi çocuklu bir ailenin baştan ve sondan dördüncü evladı. Yani hem abileri ve ablasının şefkatini tatmış, hem de abilik yapmanın hazzına varmış birisi. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim; sadece kendi çocuklarını değil, sokağının, mahallesinin, yaşadığı kentin,  ülkesinin ve hatta Dünyanın bütün çocuklarını sevebilecek büyüklükte yüreğe sahip bir annenin evladı olarak, ekmeğini yiyip, suyunu içtiğim bu ülkeye ve bu şehre, hem mesleğimde, hem de yazın hayatımda elimden gelenin en iyisini verme gayreti içinde olan bir kardeşinizim. Gerisi teferruat sayılır bence.
“KOMPOZİSYON İŞTE BÖYLE YAZILIR” DEDİ, O GÜN, BU GÜN YAZIYORUM
A.AVGIN - Yazmaya ne zaman başladınız?
L. BİLİR - Yazmayı bana, ortaokul birinci sınıfta (toprağı bol olsun ) Hasan PAKSOY isimli edebiyat öğretmenimiz sevdirdi. Ödev olarak verdiği kompozisyon yazılarımı her seferinde bütün sınıfa okur, sonra dönüp öğrencilerine “kompozisyon işte böyle yazılır” derdi. O yıllarda hem günlük hem de şiir yazmaya başladım. O gün, bu gün yazıyorum.
EDEBİYATTA “ETKİLENME” TABİRİ YERİNE, “BESLENME” TABİRİ KULLANMAYI SEVİYORUM
A.AVGIN - Şiirleriniz genellikle kısa ama kendi içinde bir duygu derinliği barındırıyor. Bu tarz sizde nasıl oluştu? Etkilendiğiniz bir şair var mı?
L. BİLİR - Öncelikle, ben “etkilenme” tabiri yerine, “beslenme” tabirini kullanmayı seviyorum. “Etkilenmek” kötü ya da yanlış bir şey mi? Elbette değil. Okuduğu güzel şiirlerden etkilenmeyen zaten mesafe kat edemez. Ama ben yine de “beslenme” tabirini kullanmak istiyorum. Çünkü daha kapsayıcı. Düşünsenize, sağlıklı bir bedene sahip olmak için, insanın gerekli her türlü mineral ve vitamini alması gerekmiyor mu? Yazmak da böyle bir şey bence. İyi edebî yazılar (şiir ya da nesir)yazabilmek için de yazarın iyi beslenmesi gerekir. Yani kendi yazdığı yazın türü ile ilgili çok okuma yapması gerekir. Ben de elimden geldiğince öyle yapıyorum. Benim şiir serüvenim, yukarıda bahsettiğim gibi ortaokul yıllarında, önce Divan Edebiyatına ilgi duymamla başladı. Bulabildiğim, erişebildiğim bütün divan şairlerinin kitaplarını okudum, onlardan “berceste” dizeler devşirdim. Bu merakım lise yıllarında da devam etti. Ve bu dönemde önce hece, sonra da serbest tarzda şiirler yazmaya başladım. Şiirde bir tarz oluşturup oluşturamadığım konusu ise okuyucunun takdiridir. Böyle bir iddiada bulunabilmem için daha çok fırın ekmek yemem gerektiğini düşünüyorum. Bazen o kadar güzel yazılmış şiirlere rastlıyorum ki inanın o zaman kendi şairliğimden utanıyorum. Ama şu bir gerçek;  duygu ve düşüncelerimi şiirlerimde genellikle kısa ifadelerle yazmayı seviyorum. Bir şair dostum bana; “kısa şiir yazmak cesaret işi” demişti. Yani kısa ifadelerle meramını anlatabilmek. Bu sözden kendime bir paye çıkartmak gibi düşüncem olmaksızın, böyle yazmaktan hoşlandığımı söyleyerek konuyu kapatayım.
ELİMDEN GELDİĞİNCE ÇOK OKUMAYA GAYRET EDİYORUM
A.AVGIN - Geniş bir kütüphaneniz olduğunu biliyoruz. Ne tür kitapları okursunuz?
L. BİLİR - Kütüphanemdeki kitapların büyük ekseriyeti şiir kitapları. Divan şairlerinin divanları, yerli ve tanınmış şairlerin bütün kitapları ve onlarca yabancı şairin çevirileri . Elimden geldiğince çok okumaya gayret ediyorum. Her gün masamda en az üç ayrı kitap bulunur. Bu kitaplardan biri roman ya da öykü, diğeri hatırat ya da deneme, ama üçüncüsü mutlaka bir şiir kitabıdır. Birinden bıktığımda diğerini elime alarak her gün o kitapların dünyasında gezinirim.
A.AVGIN - şiir, deneme ve öykü üzerine eserler yayınladınız. En çok hangi türde yazmaktan keyif alıyorsunuz?
L. BİLİR - Basılmış altı adet şiir, iki tane de öykü kitabımın olması, hangi yazın türünü daha çok sevdiğimi yeterince açıklıyor sanırım. Evet şiir yazmayı daha çok seviyorum. Ayrıca merhum Oğuz Alp PAKÖZ Abimin; "senin şiirin nesirinden daha önde, sen şiire devam et” sözü hâlâ kulaklarımda. Öykü ve deneme türünde ise, kat etmem gereken epey bir yol olduğunun bilincindeyim.
İDEAL ŞİİR, SÖZÜN DAMITILMIŞ HALİ, RAFİNESİDİR. ŞAİR İSE; ŞİİRİ GİBİ RAFİNE YAŞAYAN İNSAN DEMEKTİR
A.AVGIN - Sizce ideal şair ve şiir nasıl olmalı? Her şiir yazan şair, her kitap yazan yazar sayılır mı?
L. BİLİR - Söze,  “şiir” in ne olduğunu açıklayarak başlayalım isterseniz. Bir resme ya da bir heykele bakar, kendinizce bir anlam yüklersiniz. Bir müziği dinlersiniz nağmelerinden etkilenirsiniz. Onun tercümeye hiç ihtiyacı yoktur zaten. Bir romanı, öyküyü, denemeyi ve makaleyi dünyanın diğer dillerine kolayca tercüme edebilirsiniz. Ama şiir öyle değil. Ne kadar başarılı bir çeviri olursa olsun, kendi dilindeki ahengi, duyguyu ve “iç müziği” yakalayamazsın şiirde. Onun için; bir milletin en “Millî Sanatı” şiirdir. Her milletin şiiri kendi dilinde daha etkili, daha güzeldir. Şiirin onlarca, yüzlerce tarifi olabilir kuşkusuz. Bence şiir; sözün damıtılmış halidir, rafinesidir. Sözün “saf” hali olan şiir, az sözle çok şey söyleme sanatıdır. Kelimeleri kuyumcu terazisinde tartma sanatı yani. İdeal şiir, darası sıfırlanmış şiirdir.
Şair ise; hamasetten, gösterişten âri, şiiri gibi rafine yaşayan insan demektir. Şair, sürekli kendi egosu ile savaşan, kendini yenilemek için gayret sarf eden, derviş meşrepli insan demektir. Her şiir yazan şair, her kitap yazan yazar mıdır sorusuna gelince;  her insan kendi aynasında kendi yüzünü görür. Dolayısıyla bu kararı verecek olan da doğrudan okuyucunun aynasıdır. Hiç kimse kendi şairliği ve yazarlığı konusunda kendisi karar vermemelidir.
ARZULANAN ODUR Kİ “SÖZDE DEĞİL ÖZDE MEMLEKETİNİ SEVEN” İRADELER ORTAYA ÇIKSIN
A.AVGIN - Şehrimizdeki edebiyat faaliyetlerini nasıl buluyorsunuz? Edebiyatın neresindeyiz? Eksik bulduğunuz yönler nelerdir? Çözüm önerileriniz var mı?
L. BİLİR - Şehrimizde öteden beri edebî bir alt yapının olduğu su götürmez bir gerçek. Büyükşehir Belediyemizin himayesinde çıkarılan üç derginin dışında, ilçelerimizle birlikte kendi kıt imkânlarıyla yayın hayatını sürdüren iki elin parmakları sayısınca dergilerimiz var. Yazarlarımız, şairlerimiz hiçbir makamdan takdir ve iltifat beklemeksizin bu dergilerde yazıyorlar. Bu dergilerin ve yazarlarının yükünü hafifletmeye yönelik her hangi bir niyeti ya da iradeyi maalesef göremiyoruz. UNESCO‘ ya “Edebiyatın ve Şiirin Başkenti” başvurusunda bulunan bir şehirde durum bu mu olmalı? Büyükşehir Belediyesi veya Kültür Müdürlüğü nezdinde yetkin bir heyet oluşturulup, her yıl bu şehirdeki yazarlar tarafından bastırılan eserlerden seçkiler yapılarak bu kitaplar yabancı dillere çevrilemez mi?
Ülkemiz nezdinde şehrimizin adını duyurmuş şair ve yazarlarımız var. Hatta ünü, ülkemiz sınırlarının dışına dışına taşmış ozanlarımız var. Onların yüzlerce bestesi Dünyanın dört bir yanında her an çalınıp, dinleniyor. Dünya çapında marka olmuş “Dondurma” mızın yanında, yine marka değeri taşıyan “Mahzûni” lerimiz var. Ama gelin görün ki biz bunu yeterince duyuramıyoruz. Bu şehirde “Mahzûni Kültür ve Edebiyat Şenlikleri” adı altında her yıl en az bir ay süreli seminerler, paneller ve müzik aktiviteleri düzenlenebilir. Bu şenliklere ülkemizin dört bir yanından binlerce insanın geleceğine adım gibieminim. Nasıl mı? Çünkü geçmiş tarihlerde Mahzûni’nin doğduğu Berçenek’ te yapılan anma gecelerine, ülkemizin dört bir yanından gelerek katılan araba plakalarını kendi gözlerimle gördüm. Bu şehirde yapılabilecek o kadar çok kültür faaliyetleri var ki ben sadece bir kaçından söz ettim burada. Arzulanan odur ki, bunun için; “sözde değil, özde memleketini seven” iradeler ortaya çıksın ve bu konularda çaba sarf etsin. Bunlar yapıldığı takdirde Kahramanmaraş’ın Sanat ve edebiyat alanında da “Marka Şehir” olacağından zerre kadar şüphem yok.
MESDER’DEKİ GÖREVİMİZ BİR BAYRAK YARIŞI İDİ
A.AVGIN - Mesder Edebiyat ve Sanat Derneğinin başkanlığını yaptığınız dönemde çok güzel hizmetleriniz oldu, o dönemdeki faaliyetler hakkında bilgi verebilir misiniz?
L. BİLİR - Sizin de bildiğiniz gibi Mesder’deki görevimiz bir bayrak yarışı idi. Benden önceki başkanlarımız çok daha değerli faaliyetler yaptılar, ben de sizlerin desteğiyle bu bayrağı bir adım öteye taşımaya gayret ettim. Bundan böyle de sizlerin bu bayrağı layık olduğu burçlara dikeceğinizden eminim.
KAZAKİSTAN’DA BİZLERİ AĞIRLAYAN DEVLET YETKİLİLERİNE MESDER’İN LOGOSUNUN DA OLDUĞU “TEŞEKKÜR” BELGELERİNİ TAKDİM ETTİK
A.AVGIN - Geçtiğimiz günlerde diğer birkaç edebiyat derneğinin temsilcileriyle birlikte Kazakistan’a  ve Türkistan’a edebiyat gezisi yaptınız, bir çok güzel mekanlara gitmişsiniz.  Bize, yaptığınız bu kültürel geziden biraz bahseder misiniz?
L. BİLİR - Fethiye, Mersin ve Kahramanmaraş Edebiyat Ve Sanat Dernekleri Temsilcileri olarak bir gurup yazar ve şair arkadaşlarla Kazakistan’a gittik. Türkistan Şehri’ndeki Ahmet Yesevî  Üniversitesini, Ahmet Yesevî’ nin ve O’nun Hocası olan Aslan Baba’nın Türbelerini, Fârâbi’nin Medresesini, Müzesini, Oğuz Kaan’nın  doğduğu ve at koşturduğu dağları, bozkırları gezdik. An oldu tüylerimiz diken diken oldu, an oldu gözlerimiz pınar oldu. Ata topraklarımızı ve oradaki kardeşlerimizi gördük, konuştuk, dertleştik, güldük, ağladık. Toplantımıza Azerbaycan’dan iki şair, Kırgızistan’dan da iki yazar- şair arkadaşımız katıldı. Daha önceden Kazakça’ ya çevrilmiş olan kitaplarımızı gittiğimiz yerlerde imzalayıp hediye ettik. Bizleri ağırlayan valilere, milletvekillerine, rektör ve dekanlara ve diğer yetkililere, üzerinde Mesder’in logosunun da bulunduğu “Teşekkür” belgelerini takdim ettik. Eğer Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyemizin, İl Kültür Müdürlüğümüzün ya da Üniversitelerimizin katkılarını sağlayabilirsek, Ahmet Yesevî Üniversitesinden bize mihmandarlık yapan iki profesör arkadaşımızla birlikte bir gurup yazar ve şairi Kahramanmaraş’ta misafir etmeyi planlıyoruz. Bu gezi ile ilgili “gezi notları” nı ayrıca kaleme alıp yayınlamayı planlıyorum inşallah.
HANGİ TÜRDE YAZIYOR OLURSANIZ OLUN, YAZDIĞINIZ KONUDA ÇOK OKUMA YAPMALISINIZ Kİ EDEBİ BİR DEĞERİ OLSUN
A.AVGIN -  Şairlerimize, yazarlarımıza; özellikle genç yazar adaylarımıza ne tavsiye edersiniz?
L. BİLİR - Ülkemizde okuma oranı zaten çok düşük. Hele hele şiir kitapları daha da az okunuyor. Ama yine ülkemizde “şair” olduğu iddiasında bulunan yaklaşık beş bine yakın insanımız varmış. Normal olarak basılan bir şiir kitabının en az beş bin adet satılması beklenmez mi? Bu da gösteriyor ki şairlerimiz bile şiir kitabı okumuyorlar. Hangi türde yazıyor olursanız olun, yazdığınız konuda çok okuma yapmadıysanız, yazdığınızın edebî bir değeri olmayacağına kalıbımı basarım. Uzun söze gerek yok. Genç şair ve yazarlara çok, ama çok okumalarını tavsiye ediyorum. Okumadan şair ya da yazar oldum diyen kendini kandırır. Çünkü onun yazdıklarını okuyan onun şair veya yazar olmadığını hemen anlar. Hani en başlarda “beslenme” dedik ya, tam da işte o.
A.AVGIN - Son olarak, Salkım Söğüt okuyucularına bir mesajınız var mı?
L. BİLİR - Bilirsiniz, salkım söğüt ağacı şırıl şırıl akan su kenarlarında hayat bulur. Toprağa doğru sarkan her bir dalı mütevazı lığa örnektir. Topraktan gelmiştir ve ona meyleder. Bizim Salkım Söğüt Dergimiz de ona benzer. Mütevazı bir dergidir ve yazarları, şairleri de öyle. Onun bir şemsiye gibi olan dallarının altında hep nefeslenmelerini, serinlemelerini ve serinletmelerini dilerim.
A.AVGIN - Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz.
L. BİLİR - Bu sohbet vesilesiyle değer atfettiğiniz için, Salkım Söğüt Ailesine ben teşekkür ederim.
 
KUM SAATİ
Bir rüzgâr mıydı sinsice esen
yoksa bir kum fırtınası mı
kör eden gaflette gözleri.
Belki bir kırık testi
sızdırır suyunu
ince mi ince
damlatır
şıp
şıp
doldurur
bir boşluğu.
Oysa ki hayatta
doldurulan her boşluk
yaratır bir başka boşluğu.
Ve hazan değer günün birinde
zümrüt yaprağına gümrah çınarın.
LÜTFİ BİLİR
Adsız1