SERDAR YAKAR

Onikişubat Belediyesi

Kültür ve Sosyal İşler Müdürü

SUNUŞ:

Her bir ferdi ile kahraman olan Maraş’ın millî mücadele tarihini yazmak Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ifadesi ile deveyi iğne deliğinden geçirmekten zor bir iştir, eylemdir.

22 günlük bir mücadeledir Maraş millî mücadelesi. Ama o 22 günün içinde sayılamayacak denli acı vardır. Ne denli acı varsa arayıp bulmuştur Maraş’ı ve Maraşlıyı

Şeyh Ali Sezai Efendi’nin, Hüsamettin Karadağ’ın, Adil Bağdadlıoğlu’nun, Yusuf Özbaş’ın ve hatta Yalçın Özalp’ın gayret gösterip araştırarak kaleme aldıklarını bir kez daha tekrarlamak değildir niyetimiz.

Otuz küsur yıldır, yıllar yılı süren araştırma ve görüşmelerimizin sonucunda elde ettiğimiz belgeleri bir sistem dahilinde sıralayarak gün gün millî mücadelede yaşanılanları aktarırken diğer yandan kahramanlarımızı da tanıtmak istedik.

O kahramanlar ki her biri birer yıldız değerindedir.

Onlar önden gidenlerdir…

Bize düşen arkalarından bir Fatiha’yı eksik etmemek ve kanla yoğrulan bu vatan topraklarının değerini bilmektir.

Serdar YAKAR

MUHAREBENİN İLK GÜNÜ

(21 Kanunisani (Ocak) 1920)

General Keret’in günün ilk saatlerinde yapmış olduğu çağrı üzerine işgal kuvvetleri karargahı olan Amerikan Kolejine Mutasarrıf vekili Ahmet Cevdet, Jandarma komutanı İsmail Hakkı, Komiser Cemil, Belediye Reisi Hacı Bekir Sıtkı, Müftü Mehmet Tevfik, Eytam sandığı müdürü Hasan Refet, Hafız Ali, Karaküçük Hacı Mustafa, Dedezade Mehmet Hilmi, Kocabaş Hacı Naci, Şişman Arif, Nafia baş mühendisi Abdullatif, Bayazıtzade Mehmet Rüştü bey ve bir bölüm daire üst görevlileri ve şehrin bazı ileri gelenleri gitmişlerdi. Bunlar karargaha vardıklarında bir kısım askerin mitralyöz başında cephaneleri ile birlikte harekete hazır bulunduklarını görürler. General Keret’in yanına girdiklerinde, tercüman aracılığı ile birer birer sorularak adları, görev ve meslekleri kayda geçirilir. Söze başlayan General; Antep’ten Maraş’a gelmekte olan ağırlığın yolda Türkler tarafından ele geçirilerek askerlerinin öldürüldüğünü dile getirir ve bu durumun sorumluluk ve cezasının şiddetle kendilerine yükleneceğini söyler. Karşılık olarak, Mutasarrıf vekili Ahmet Cevdet Bey savunmada bulunur ise de etkili olmaz. General Keret, vermiş olduğu karar ve yaptığı planlama uygulaması doğrultusunda hiddetle verdiği emirle Ahmet Cevdet, Binbaşı İsmail Hakkı, Belediye Reisi Hacı Bekir Sıtkı, Mühendis Abdüllatif, Kocabaş Hacı Naci ve Şişman Arif efendi olmak üzere 6 kişi orada alıkonulur. Diğerlerine ise;

“-Durmayıp gidiniz, Müslümanları işgal kuvvetlerine baş eğmeye davet ediniz. Karşı çıkmaları halinde büyük zararlara uğratılacaklardır” talimatı verilir.

 “-Şimdi millet bizden burada bırakılanları soracaktır. Bu cihetle sorumlu halkın nazarında sorumlu tutulmamamız için onlara da müsaade buyurulsun, yahut bizler de kalalım” denilir ise de “onlar sonra gönderilecektir. Siz durmayıp hareket ediniz” diye cevap verilir. Öğle öncesi karargaha gelenler altı kişi eksik olarak ikindi üzeri dışarı çıkarlar. Çıktıklarında karargah çevresindeki askerlerin savaş konumunda bulundukları görülür. Hemen her biri bir yöne ayrılarak dağılırlar.

Heyeti karşılayanlar durumu öğrendiklerinde vakit geçirmeden Hükümet Binasına giderek heyetin hapsedildiğini bildirirler.

Hükümet binasında Evliya Efendi ile birlikte görüşmelerin sonucunu bekleyen Arslan Bey durumu öğrenir öğrenmez daha önceden kararlaştırıldığı üzere havaya üç el ateş açılmasını emreder. Silah sesini duyan er uçtakiler de havaya üç el silah sıkarak işareti diğer mahallelere duyurdu.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı olarak Arslan Bey vakit geçirmeden teşkilatın tüm şubelerine şu emri geçti:

“Arkadaşlar; harp başlamıştır. Allah’ın inâyeti, Peygamberimizin rûhaniyeti, din kardeşlerimizin fedâkarlığı ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız, bir fert kalıncaya kadar düşmana teslim olmayacaktır. Gayret bizden, Tevfik Allah’tan.”

Şehrin giriş çıkışlarıyla mahalleler arasında bulunan sağlam yapılı kiliselere, Hırlakyan konaklarına Taş Han, Gazhane, Eytamhane, Depo, Kışla, Alman ve Amerikan daire ve binalarına, Arasa Hanına yerleştirilen işgal kuvveti kıtaları ile her çeşit silahla donatılan Ermeni militanlar müslüman evleri ile yolda gitmekte olan Türklere ateş açmaya başlanılır.

Milli kuvvetlerimiz de karşı saldırıya geçerek işgal kuvvetleri ve Ermenilerin çeşitli yerlerden açmakta oldukları tüfek, mitralyöz ve top ateşlerine karşı vatan ve milleti savunmak için silaha sarılırlar. Karargahtaki toplantıdan salıverilen kimselerden bir bölümü, yollar tutulmuş ve mitralyöz sağanakları ile taranmakta olduğundan kendi bölgelerine ve evlerine gidemezler. Meclis İdare Katibi ve Mıntıka Reisi Zülkadirzade Süleyman Bey’de çatışmanın başladığında hükümette görevi başında bulunduğundan mıntıkasına yetişmek için yola çıkar. Çarşıbaşından savuşmakta iken Kırklar Kilisesi önündeki Fransız nöbetçilerin ve Tüfekçi Hamamı etrafındaki Ermeni evlerinden açılan ateşten Allah’ın koruması ile yara almadan kurtulur. Türlü zahmetlerle Sarayaltı Camisi çevresinde bulunan çeteleriyle buluşur.

Bu sırada Mağralı mahallesinden Cinevizzade Hacı Mustafa Efendi, yanına bir jandarma süvari eri alarak Bertiz de hazır beklemekte olan Eczacı Ömer Lütfi Bey’in yanına varır. Maraş’ta başlayan çarpışmanın yaygın olarak devam etmekte olduğunu açıklar. Emri altında bulundurduğu milli efrattan bir bölümünün kendisi emrine görevlendirilmesini ister. Ömer Lütfi Bey de Cinevizzâde Hacı Mustafa Efendinin emrine 100 kadar çete verir. Ayrıca toplanacak diğer çetelerle arkalarından geleceklerini belirtir.

Düşmanın tedhiş harekâtı ve şiddetli bombardumanları ilk hamlede belki şaşırtmıştı. Mahkumlar hapishaneyi yararak mevzilere koştular. Karanlık basınca memurlar ve bazı kimseler evlerine dönebilme imkânını bulmuş ise de, bir çokları bu imkânı bulamamışlardı. Bununla beraber araya giren gece sinirleri yatıştırmış ve ilk şaşkınlık atlatılmıştı. Herkes bulunduğu yerde mevzilere yerleşmiş ve silah başına geçerek muharebeye katılmıştı.

İlk günün şaşkınlığı içinde kalan halktan Dikeçoğlu Hayri, Ceza Reisi Cemil, Ediklizade Mustafa, İsmail oğlu Ali, Kaltakçı Halil, Karal oğlu Mustafa, Sağır oğlu Mehmet, Seyyidhan oğlu Ahmet, Talaskacı Hacı Ali, Üzümsuyu zade Mehmet ve Yoliçi Ali ilk şehit olanlardı. Nedirli Cennet Ali’nin çeteleri ise Mağralı taraflarındaki düşman devriyelerini imha ederek silahlarını almışlardı.

ÖNDEN GİDENLER:

ŞEYH ALİ SEZAİ EFENDİ (KURTARAN)

Mutasavvıf. Millî mücadelenin manevi lideri. 1869’da Maraş’ta doğdu. Babası Hacı Ahmet Efendi, annesi Fatma Hatundur.

Baba tarafından bilinen ilk dedesi Emir Abdülcelil olup şecere ile Hazreti Hüseyin soyundan olduğu belirtilmekte olduğundan Seyit Ali Sezai olarak da tanınmaktadır. Maraş’ın Şekerli mahallesinde doğup büyümüştür. Daha beş yaşında iken babası Hacı Ahmet Efendi’nin vefatı üzerine kız kardeşi Ayşe ile birlikte öksüz kalmış, annesi ve eniştesinin gözetiminde büyümüştür.

Eniştesi Saraç İbrahim Efendi Hatay’ın Akbez kasabasına göç edince kendisi de  eniştesi ile oraya gider. Eniştesi Akbez’de bulunduğu süre içerisinde Seyit Ali Sezai’yi Fransız okuluna gönderir. Bir müddet buraya devam eden Seyit Ali Sezai Fransızca’yı öğrenir. Daha sonra Kur’an-ı Kerim ve din dersleri gibi genel bilgileri o bölgenin hocalarından tahsil eder.

Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ve dini konuları öğrenen Ali Sezai Maraş’a dönüşlerinin ardından Maraş’ın seçkin hocalarından dersler alır. Klasik medrese eğitiminin yanısıra fıkıh ve şerî ilimleri Kalalı İmamzade Hacı Osman Efendi’den tahsil eder. On yedi yaşında iken Hatuniye Mahallesi’nde görev yapan Rufai Şeyhi Şakir Efendi’ye intisap eder. Bir müddet sonra şeyhinin takdirini kazanarak icazet alır.

Maraş’ın Hatuniye mahallesinde bulunan Şakir Efendi’den aldığı Kadiri-Rufai icazeti ile yetinmeyip, 1892 yılında Nakşibendi Şeyhi Darendeli Hacı Mehmet Hilmi Efendi’den, 1893 yılında Urfa’lı Şeyh Mustafa Efendi halifesinden, 1896 yılında Kalalı İmamzâde Hacı Osman Efendi’den ve 1896 yılında Halep nakibi Mehmet Ebülhüdâ Efendi’den de icazet alır.

Şeyhi Şakir Efendi 1894’de vefat edince onun işareti ile postuna oturmuş ve ders vermeye başlamıştır. Önce şeriat, sonra tarikat ilkesini benimseyen Ali Sezai Efendi şeriat bilgisi olmayan bir kimsenin şeyh olamayacağını savunur. Oğlu Halit Kurtaran’ın ifadesi ile; “öyle el öpmekle, çalım satmakla, hüykürmekle şeyh olunmaz” der.

Şeyhlik görevini üzerine alan Ali Sezai Efendi Hatuniye mahallesinde bulunan Çiftli Zaviye ve ona bağlı üç dükkanın mütevelliliğini üzerine alır. Zaviyeyi tamir ettirerek tekkede Rufai zikirleri yaptırmaya başlar. Mescit bölümünde ise beş vakit ezan okunup namaz kılınmaya başlanılır. Alaüddevle vakıflarından olan bu zaviye 1862 yılında zaviyedarının vefatı üzerine bakımsız kalmış ve harabeye dönmüştür. Mahkeme-i Şeri’yece  1894 yılında ise bu zaviyeye  mütevelli olarak atanır.

1912 yılında ise Sultan Reşat tuğralı beratı ile tekke ve üç dükkanın bakım ve onarımından sorumlu olmak kaydıyla zaviyedarlık yasal olarak kendisine verilmiştir.

Sultan Reşat tuğralı fermanda “civar köylerdeki ahalinin dini terbiye ve tahsil elde etmelerine ve ahlaklarını güzelleştirmelerine vesile olacağını” belirterek “yukarıda adı geçen şahıs bu zaviyenin başına bizzat kendisi geçsin, kusursuz bir şekilde hizmet etsin. Onun tembellik etmesi veya görevini terk etmesi halinde vazife kendisinden alınacak ve başkasına verilecektir. Tarih; 29 Rebiul-Ula 1330 (18 Mart 1912)” denilmektedir.

Padişahın bu fermanı ile tekkedeki zikir ve eğitim çalışmalarını hızlandıran Şeyh Ali Sezai Efendi 1920 yılına kadar geceleri müridleri ile birlikte zikir ayinlerini sürdürmüş, gündüzleri ise yetenekli çocukları özel olarak eğitip yetiştirmeye özen göstermiştir. Bu arada bazı Yahudi aileleri de çocuklarını Şeyh Ali Sezai Efendiye göndererek okuma, yazma ve bilgi öğrenmelerini sağlamışlardır.

Aynı zamanda halk arasındaki anlaşmazlıklara, aileler arasındaki kırgınlıklara da uzlaştırmacı olarak katkıda bulunan tekke, ne hazindir ki 1919’da başlayan işgalin ardından verilen millî mücadele yıllarında içerisindeki zengin kütüphanesi ile birlikte yanmıştır.

Seyit Ali Sezai Efendi’ye Müslümanların yanı sıra Yahudi ve Hıristiyanlar da saygı gösterdiler. Kategigos ve papazlar onun tekkesine giderek hocayı ziyaret ederlerdi. Konuşması çok düzgün olan Seyit Ali Sezai Efendi vakur ve heybetli görünüşü ile karşısındakine güven verirdi. Gerek Müslüman olsun gerekse gayri müslim ayırmaksızın kendisine sunulan meselelere çözümler arardı.

Takvimler 22 Şubat 1919’u gösterirken İngilizler Maraş’ı işgal etti.

İşgal komutanı Kolonel Max Andriya şehrin ileri gelenlerini toplayarak Türklerin gayri Müslimlere karşı yaptığı iddia edilen tecavüzü durdurması yönünde nasihatlerde bulunur.

Bu toplantıda kimler yoktur ki…

Müftü Tekerekzâde Hacı Mehmet Tevfik Efendi,

Müderris Dayızâde Hacı Mehmet Emin Efendi

Müderris İlyas Efendizâde,

Eytam Müdürü Hasan Ra’fet. Efendi,

Karaküçükzâde Keskin Hacı Mehmet Efendi,

Livâ Müderrisi Seyithanzâde Osman Efendi,

Müderris Leblebicizâde Hafız Ali Efendi

Emir Abdülcelilzâde Şeyh Ali Sezai Efendi

Ve Mutasarrıf Ata Bey...

Yer Amerikalı misyoner Makalin’in evidir...

“- Maraş’ın içinde, köy ve kasabalarda bulunan hrıstiyanlar şimdiye değin Osmanlı Hükümeti ve ahalisi tarafından yapılan tecavüzler sonucu nüfusça ve malca büyük zarar ve hasarlara uğratılmışlardır. Bundan böyle müslümanlara gereken nasihat ve uyarıda bulununuz” diye sözlerine başlayan komutan ardından tehditleri de sıralar:

“- Herhangi bir Müslüman da emanet mal ve para var ise hemen sahiplerine verilmelidir. Hiçbir kimsenin kişiliği, hakları ve milliyetine karışılmayıp barış içerisinde yaşamaları gereklidir. Bildirime aykırı davranışlar görüldüğünde almış olduğum emir ve yetkiye dayanarak yola getirici cezalar uygulayacak ve gerekirse savaş girişimlerine baş vurmam zorunlu olacaktır.”

Bu tehdide pabuç bırakmayan topluluğun sözcüsü olarak Şeyh Ali Sezai Efendi gür bir ses ile cevap verir:

“- Maraş’ta göze çarpan ne kadar güzel ve iç açıcı konak, paha biçilmez mal, kıymetli bağ-bahçe ve verimli ne kadar arazi varsa Hıristiyanların mülküdür. Onlar baskı ve saldırı altında yaşasalardı bu günkü servet ve rahatlığı elde edemeyecekleri gibi harap olmaya yüz tutmuş ahır gibi evlerde oturmaları gerekirdi. Sahip oldukları bunca zenginlik ve mal varlığını gökten Mesih indirmeyip ancak devlet ve milletin hoşgörülü yaklaşımlarından elde etmişlerdir.

Hükümet dairelerinde Hıristiyanların başvuru ve işleri öncelik ve ivedilikle görülmektedir. Müslümanlardan çok, rütbe ve nişanlarla ödüllendirilmişlerdir. Devletin emirlerine uymak Hıristiyanların da dini inançları gereği iken, devletin iyi davranış ve yardımları ile elde ettikleri bunca nimetleri göz ardı ederek ayaklanma ve saldırılarda bulunmuşlardır.”

Ve devam eder:

 “- İşitilen herhangi söz, gözle görülüp değerlendirilen gibi olamaz. Gezip doğruyu görerek yargıya varmak gerekir. Çarşıda bir bölüm dükkanın bir köşesinde Müslüman, diğer köşesinde Hıristiyan bir kimse ticaret ve sanat ile uğraştıkları, bazı evlerin alt ve üst katlarında Müslüman ve Hıristiyanların oturup rahatça uyum içinde yaşadıkları görülür. İşgal kuvvetlerimizin şehre girişi sırasında Ermenilerin cadde, çarşı ve mahallelerde bir ağızdan “Yaşasın Ermenistan, kahrolsun Osmanlılar ve Türkistan” diye bağırarak Türklere ve mukaddesata sövüp sayarak türlü hakaret ve saldırganlıklar sergileyerek ilerlediklerini görmüş ve tanık olmuşsunuzdur.”

Sözlerinin sonunda ise; yüzde seksen oranında çoğunluğa sahip olan yüce Türk halkının isteğinin kimse ile uğraşmak olmayıp onuru ile sağlanacak barışın sonucunu beklemek olduğunu belirtir.

Şeyh Ali Sezai Efendinin bu konuşması etkili olur ve İngiliz işgal komutanı yaptırdığı küçük bir iki araştırma sonucu Ermenilerin taşkınlıklarını fark eder ve onlardan yüz çevirir.

Bu tavır değişikliğindeki en etkin unsur ise işgal kuvvetlerinde siyasi temas memuru olarak görev yapan Mısırlı Yüzbaşı Hasan Rıfaî ile Şeyh Ali Sezai Efendi arasında kurulan dostluk bağıdır.

İngiliz işgal kuvvetlerinin Fransız işgal kuvvetleri ile yer değiştirmesi ile bir anda Ermeniler yeniden ortaya çıkar. Yalancı şahitlerle Türklerin ellerinden mallarını almaya, hatta Müslüman olarak bir Türk ile evlenmiş olan Ermeni kadınlarını evlerinden çekip almaya, “Burası artık Osmanlı yurdu değil” diyerek Müslüman kadınların peçelerini açmaya yeltenirler. Bayrak olayı ise suyu taşıran son damla olur.

Tüm bu olayların içerisinde Seyit Ali Sezai Efendi yer almış, halkı yönlendirmiş, Bayrak olmadan Cuma namazının kılınamayacağı fetvasını vermiş ve Şekerli merkezli teşkilat çalışmalarını başlatmıştır. Kayabaşında oluşan teşkilat ile Şekerli teşkilatını birleştiren, Arslan Beyi bu teşkilatın başına getiren de yine seyit Ali Sezai Efendidir. Çetelere verdiği moral gücü ve sabır tavsiyesi ile 22 günlük çatışmanın sonucunda düşman yüzün geri kaçmak zorunda kalır.

Düşman kaçar ama Seyit Ali Sezai Efendi’nin vazifesi bitmez. Antep savunmasına destek olur. Kaleme aldığı Cihat Risalesi ile millî mücadelenin tüm bir Anadolu’da kabul görmesine katkı sağlar.  

Maraş’ın düşman işgalinden kurtuluş sürecini ele alan ve ilk olarak 15.05.1957 tarihinden itibaren A. Saim Emirmahmutoğlu’nun gazetesi “Demokrasiye Hizmet” de yayınlanan çalışmanın dışında Şeyh Ali Sezai Efendi’nin daha birçok konuda notlar ve küçük risaleler kaleme aldığı bilinmektedir.

Düşmanın önce Maraş’tan sonra da topyekun Anadolu’dan sökülüp atılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan sonra ise Şeyh Ali Sezai Efendiyi gezici öğretmen olarak görmekteyiz. Pazarcık ilçesi köylerindeki çoğunluğu kürt ve alevi nüfusun devlete karşı bağlılık ve itaatlerinin oluşturulmasını sağlamada başarılı çalışmaları olmuştur.

Vefat tarihi olan 11 Haziran 1937 yılına kadar devam eden vaizlik görevine ise 1926 yılında atanmıştır.

Soyadı Kanunu çıktığında zamanın valisi Fahrettin Kiper’in teklifi ile, kurtuluştaki hizmetleri dolayısıyla “Kurtaran” soyadı verilmişti.

Allah rahmet eyleye.

KAYNAKLAR

 Akbıyık, Yaşar,  Milli mücadelede Güney Cephesi Maraş, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Araştırma Merkezi, Ankara. 1999.

Bağdatlılar, Adil,  Uzunoluk İstiklâl Harbinde Maraş, İstanbul, 1942

Celal Çoğalan-Halit Kurtaran, Her Yönü ile Maraş İstanbul 1969

Gönen, Cengiz, Ulusal Kurtuluş Savaşının İlk Kahramanı Maraş. Ankara. 2005

Karabekiroğlu, Şevki, Şubat 1920, Ankara, 2020

Karadağ, Hüsameddin,  İstiklal Savaşında Maraş, Mersin, 1943

Özalp, Yalçın, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin İlk Zaferi.  Ankara. 1984

 Özalp, Yalçın, Gazilerin Dilinden Milli Mücadelemiz, Ankara. 1986

Özbaş, Yusuf, Dava, Ankara, 1987

Yakar Serdar, Maraş Millî Mücadelesinde Önden Gidenler, Kahramanmaraş, 2012

Yakar Serdar, Maraş Millî Mücadelesinde Bayrak Olayı ve Aşıklıoğlu Hüseyin, Kahramanmaraş, 2012

Yakar Serdar, Maraş Millî Mücadelesinde Şeyh Ali Sezai Efendi, Kahramanmaraş, 2012

İşgal kuvvetlerinin şehre girişi

İşgal kuvvetlerinin şehre girişi

Şeyh Ali Sezai efendi

Şeyh Ali Sezai efendi