Kimi zaman olmadık yerde ve zamanda kendimizi değişikinsan grupları arasında buluruz. Düğünlerde, bayramlarda, cenazelerde...

Yöresel kültürün ve gelenekselliğin oluşturduğu kalıplariçinde yüzeysel bir tanışma olur. Selâm ve merhabalar, tanışmanın temelinedayalı ilk iletişimin kapısını aralar. Rutin sözcüklerin kullanılmasıylabaşlayan tanışma faslı kısa sürer. Ardından bir suskunluk başlar, biryabancının yanında bölünüp- kesilir sohbet. Çok geçmez tükenir oradaki birkaççal-çenenin sabrı. Onlar için yabancı da kendilerinden biri sayılıverir.Kaldıkları yerden yeniden başlarlar, yarım kalan lafazanlıklarına.

Bu insan gruplarıyla bir paylaşım alanı ve olanağıyakalama isteğiniz varsa çok beklersiniz. Bir şekilde kendi aralarındapaslaşan, başkalarına topu atmayan  birkaç kişidir onlar. Gerisi tepkisiz dinleyenler ya da dinlergözükenler. Anlıyor görünüp de anlamayanlar. Çal-çenelerse salt kendi geçimsıkıntıları ve yaşam biçimlerinden doğan sorunlarına odaklanmışlar ya da güncelolayların kulaktan dolma önyargılı politik boyutlarına girmişlerdir.

Dar bir alanda boyutsuz ve kişisel yaklaşımlar içerir hepsöylemler ya da aslından, gerçeğinden uzaklaştırılmış, algılama ve kavramayetersizliğinden doğan dedi-kodu kılıflı, özden sapmalar…

Kimi zaman dilinizin ucuna gelen gerçeğe ışık tutmaisteğiniz söze dökülemez, size bu hak tanınmaz. O meydanda çal-çenelerin güreşivar. Bu yüzden ki çal-çeneyi geçmeyen bir yaklaşımın kısır döngüsünde saltdinleyici olmanın ya da suskun kalmanın utancını ve doluluğunu yaşarsınız.

Yaklaşımların ucunda hep bencillik ve cinlik sırıtır.Kendi çıkar gözlüklerini takarlar, onunla bakarlar kendi dışlarına. Ya daböylesi gelir işlerine deseniz, bu da pek tutmaz. Ulusal bağlamda yeterli birufuk gelişimi kazanamadıkları belli. O yönde bilgilenme ve de yorumlamayetersizliği ilk bakışta dikkatinizi çeker. Suçlama duygunuz söze dökülemez,acırsınız.

Duyduklarını kendi algılarına uygun şekilde yorumlayan-aktaran bu insanların konumu gelir aklınıza. Görüş ufku dar, beyin ışığı kör,çal-çenelerle neyi paylaşacaksınız? Burunlarının uçlarını bile zar-zor görenbeyin körlerinin önüne geniş bir ufuk açmanın bir yararı olmaz. Üstelik büyükbir bölümü dinleyici ve suskun kalanların önünde çal-çeneleri eleştirmek, küçükdüşürmek onları duygusal tepkilere de yönlendirebilir. Yutkunur ve susarsınız.Acınızı, üzüntünüzü ve beklentilerinizi içinize gömersiniz.

Bunları suçlamak da geçmez usunuzdan. Verilmemiş bireğitimin sonucunu isteme hakkınız yok ki onlardan. Doğrular olarak sahipçıktıkları ön yargıları kendilerinin mi, yoksa başkalarının mı? Bu da bellideğil. Biraz irdeleme fırsatınız olsa tıkanıp kalacakları, duygusallaşıp,kabalaşacakları anlaşılır. Taşıdıkları yük kendilerine ait olmadığı için yüküniçinde ne olup-olmadığını bilmeyen hamallardan pek farkları olmadığı gerçeğisırıtıverir, bunların görüntüsünde.

Üstelik bunların konumlarını kendi çıkarları içinkullananlar, onların ışıksız yarı kör kalmalarından yararlananlar varsa… Bunedenlerle çıkar amaçlı cinlik kokanların temel değerleri üzerine kurulmuşsabunca denklemler.

Çaresiz kalırsınız, elinizden bir şey gelmez. Körlerin vesağırların ışığa, sese duyarsızlığı işinizi, direncinizi hepten zorlaştırır.

Üstelik oldukça dar olan pasif dinleyicilerin kaplarınıçal-çeneler çoktan doldurmuşlar; sizin vereceğinize yer kalmamış. Ne versenizya da vermek isteseniz boşa gideceğini anlamanın ezikliği, günlerce uykunuzu kaçırır.

Sonunda bildiklerinizi söylemenin bir yararı olmayacağınıanlarsınız. Aslında bu hakkınızı kullanma olanağı da bulamazsınız. Beklediğinizortamı bulamamanın burukluğu, içinizdeki birikimi boşaltamamanın ezikliğiyleoradan uzaklaşırsınız.

Böyle bir toplumda düşünen üreten insanın işi oldukça zordeğil mi? Ancak bu insanları suçlamamaya da hakkımız olmadığını düşünüyorum.Çünkü onlara hakları olan çağdaş bir eğitimi hâlâ veremiyoruz.

Düşünen, irdeleyen geniş ufuklu insan tipine çokgereksinimimiz var. Onları ve toplumu bundan yoksun bırakmanın vebali, elbetteeğitim sisteminde ve bu sistemi çağdaşlaştıramayan sorumlulardadır, demekgeçiyor içimden.