Bugün evde ayna kırıldı. “Uğur” denilip geçiştirildi. O aynada her gün kendimi görür ve de kontrol ederdim. Şimdi o mekânda görüntü yok oldu. Oysa ben yine varım. Ama sırlı aynanın sırrı delindi. O delinen sır, benim ya da başkalarının görüntü hayaliydi. Bu yüzden ki ben geçiştirmenin ötesinde, ayna kavramının irdelenmesi gereken, insan hayatının önemli bir parçası mı? Sorusuna odaklandım; yanıt için belleğim hareketlendi.

Sahi ayna nedir, ne değildir? Yaşam alanımızda alabildiğince her gün onunla iç içeyiz. Her nerede olursak olalım, kendimizi onda görmek, kontrol etme ihtiyacımız, alışkanlığımız hep öne çıkar. Bir günlük zaman içinde aynalara ayırdığımız vakti, hiç düşündünüz mü? Evde, işyerinde, genel kullanım alanlarında kaç ayna var, farkında mıyız? Özellikle gençlik döneminde ayna dostluğunun temelindeki iç dürtüleri sorguladık mı, hiç?

İster istemez bu irdelemeler bizi aynayla ilgili birçok bilinmeyenlere taşıyor. Merakımızı uyandırıyor. Ayna nedir? Hangi ihtiyaçtan doğdu? Bu günkü kullanıma nasıl geldi? Aynanın özgün bir öyküsü var mı?

Aynayı ilk kez bulan belki de Narsisti. Ne var ki bu buluşunun farkına varmadan ölmüştür. Kimdir Narsis? Grek mitolojisinden doğuya geçen bir mitosa dayanır, efsane. “Narsis bir periyle bir ırmaktan doğan çok güzel bir delikanlıdır. Bütün peri ve insan kızları ona âşıktır. Hatta “Yangı” adlı peri onun derdinden ölmüş, Yalnız sesi kalmıştır.(Yangı) Delikanlı aşkı bilmediği, kendi güzelliğinin farkında olmadığı için bu kızların duygularına cevap veremez. Kızlar onu tanrılara şikâyet ederler. Bu yüzden Tanrılar Narsis’i şöyle cezalandırırlar:

Delikanlı bir ırmak kıyısından geçerken suyun aynasında güzel çehresini görüp ona âşık olur; kucaklamak için ırmağa atılıp boğulur ve ölür. Öldüğü yerde yıllar sonra bir çiçek biter, işte o çiçek “nergis” çiçeğidir. Tek ve açık bir gözü andıran bu çiçek, kıyamete kadar hasret içinde güzellere hayran-hayran bakacaktır. Bu yüzden nergis, hasretli, hayran ve baygın bakışlı göze benzetilmiştir. Bu yönüyle nergis(Narsis) çiçeğinin, divan edebiyatımızın birçok efsane kaynaklı mazmunları arasında yer aldığını çoğumuz hatırlarız, değil mi?

Bu mitos’a baktığımızda ayna belki de insanlığın ilk birkaç buluşundan biridir, diyebiliriz. Çok eskilere dayanan, insan yaşamının olmazsa olmazı olan bu araç, çeşitli metallerin ya da maddelerin dış yüzü cilalanarak, görüntü

yansıtması sağlanmıştır. Hatta dev aynalarla güneş ışığı ve ısısı yansıtılarak tarihte donanmaların bile yakıldığını biliyoruz. Bugünkü sırlı aynaların kullanımı ise 13. yy a rastlar.

Sahi, yaşamımızla iç-içe girmiş bu nesneyle ilgili algılarımız nelerdir? Ayna neden yaşamımızın olmazsa olmazıdır? Gibi ve benzeri sorular insan aklında ilgi alanları oluşturuyor; merakımızı kamçılıyor. Ayna:

Basit anlamıyla görüntüleri yansıtan, sırlı camdan yapılmış bir nesne ve kullanım alanı yaygın bir araçtır. Desek de aynanın insan hayatına yansıyan algısı, önemi bu kadar basit ve sınırlı değildir, elbette. (Narsis mitos’u)

Çoğu zaman ayna karşısına geçer, kendimizle baş başa kalırız. Görüntüdeki kendimizi (fiziğimizi) sorgular, kendi içsel duygularımız, yorumlarımız yansır beynimizin ekranına… Bir gerçeğin yüzeyselde yansıması olan bu hayali görüntü, her yaşın kendinden kaynaklanan ölçüleri derin düşüncelere salar bizi. Bunlar haz ve sevinç verebileceği gibi acı da verebilir. Keşkelerimiz ve pişmanlıklarımızsa daha çok yorar, üzer bizi. Buradaki karmaşık duygular ve bağıl değerler, hemcinslerimizle kendimizi karşılaştırma ya da karşıt cinslerin beğeni ölçülerini kendimizde ne kadar bulup bulmadığımızdan kaynaklanır. Kendimizi beğenebildiğimiz ölçüde egomuz rahatlar, öz güvenimiz pekişir. Özellikle gençlik dönemlerinde sabahleyin kalkınca kaç kez aynada kendimizi düzeltiriz, beğeni kazanmak için. Aslında her yaşta insan içselinde beğenilme duygusu önemli bir yer alır.

Genç yaşlarda genelde herkes aynalara daha yakın ve de dostturlar. Bir dönemse aynalardan olduğunca uzaklaşırız. İleri yaşlarda fiziğimizde oluşan olumsuz değişimler hızlandıkça aynalarla aramız açılır. Aynalar kusurlarımızı sanki bir-bir yüzümüze vurur. Çünkü sırlı aynalar sır saklamaz. Bu da pek hoşumuza gitmez. Aramızda adeta bir küslük dönemi başlar. Ama yine de kıyıdan köşeden, çaktırmadan farklı amaçlarla da olsa, aynalara bakmaktan kendimizi alıkoyamayız. Kimi içsel dürtüler, kendimizdeki değişimi algılamaya zorlar, bizi. Böyle de olsa yaşlılık, aynalardan uzaklaşma dönemi sayılır bence. Bakınız bu gerçeği şair nasıl ifade ediyor:

“Kaç mevsim geçti sayısı belirsiz/ Yeşil, sarı, ak/ Kaç kez açtı, soldu beklentilerim/ Bu çiçeklerde bu yapraklarda/ Aynalar bile usandı terk etti beni/ Söyle, söyle bu kışta yalnızlık kader mi?” (M.O.)

Aynalar ne kadar sırlı camdan yapılmış olsa da sır sakladıkları söylenemez. Ona nasıl bakarsan kendini öyle görürsün. Aslında aynalar ihanet etmez. İhanet varsa bizdedir. O hep gerçeği yansıtır. Buradaki değişik algı ve tepkilerimiz görecelidir, elbette. Söz gelimi birilerine “kendine iyi bak” önerisinde bulunsanız, özellikle yaşlılar:

“Bakıyorum, bakıyorum da aynada gördüğümü beğenmiyorum,” olur. Ve ekler: “ O yüzden küskünüm aynalara!” “ Dost değil artık aynalar.” Gibi sızlanışları sıkça duyarız. İnsanoğlu nedense kendine ait olumsuzlukları, gerçekleri algılamakta, kabullenmekte zorlanır da hep dışını (aynaları) suçlar, değil mi?

Aynaların dostluğu gençliği, güzelliği; düşmanlığı ise yaşlılığı, yalnızlığı, çirkinliği, çağrıştırır hep. “Zamanın aynası, kişinin aynası, kötülüğün aynası” gibi tamlamalar, kuşkusuz aynaya düşünülesi, ders alınası mecaz anlamlar yükler. “Bilirim yüzün kara/ Bakamazsın aynalara” Tekerlemesiyle de aynalara nasıl bakarsak öyle görüneceğimize, buradan insan ilişkilerindeki olumsuzluklara gönderme yapıldığı da düşünülebilir. Ayna dilimizde argoya da girmiştir. “Aynasızlar” sözüyle hangi meslek mensuplarının iğnelediğini hepimiz biliriz. Şimdi de “ Ayna, ayna söyle bana/ Ben kimim?” tekerlemesi takıldı aklıma. Yanıt mı? Aynada kendini nasıl görüyorsan, sen osun. Çünkü aynalar yanıltmaz insanı.

Ayna, tarih boyu özellikle genç kızların, kadınların elinden hiç düşmedi. Takılarını, giysilerini, bezeklerini, kendilerine yakıştırmak için ayna karşısındaki özenle kullandıkları zaman hiç de az değildir. Birçok tiyatro ve sinema sanatçıları da rollerine uygun kostümlerini aynada kendilerine yakıştırmak için saatlerini harcayan titiz bir çaba gösterirler. Hatta uzmanlarınca denetlenirler. Bu sanatçılar, rollerinin gereği jest ve mimiklerini ayna karşısında

defalarca tekrarlayarak olgunlaştırıp, yetkinleştirirler. Karşıt cinslerin beğenilerini kazanmak ve ilgilerini çekmek için ayna başında geçirilen uğraş, hayatımızın en heyecanlı, estetik duygularımızın en yoğun olduğu bir uğraştır, belki de…

Aynalarla genç yaşta oldukça dostuz. İnsanoğlu onu elinden düşürmez. Barınakların, iş yerlerinin iç mekânlarında yaygın biçimde ayna kullanırız. Özellikle gençlerin karşıt cinse beğenilme güdüsü, kendine güven sağlama tutkusu ayna dostluğuna iter bunları. Benzer karakterler arasında ilgiyi ifade etmek içi de “İnsan insanın aynasıdır.” Sözü dilimizde sıkça kullanılır. Kimi insanlar da sırlı aynaya benzetilir, sır saklamadıkları için. Ayna, atasözlerimize, tekerlemelerimize, şiirimize, argomuza, mizahımıza birçok tamlama ve deyişlerimize de malzeme olarak girmiştir. Zengin bir kullanım alanına sahiptir. Görülüyor ki ayna kültürümüze de damgasını vurmuştur. Bu da aynanın insan hayatında vazgeçilmez, yeri doldurulmaz bir nesne olduğunu gösterir, elbette.

Bu nedenlerle ayna, beğenilmeden yana kişiliğimizin önde gelen bir gereksinimi, cinsler arası beğenilme tutkusunu doyuran, kişiliğimizi yetkinleştiren, estetiğimizi besleyen, denetim altında tutan önemli bir buluştur, demek geçiyor içimden…

---------------------------------

  • Aslında her yaşta insan içselinde beğenilme duygusu önemli bir yer alır.

. Sırlı aynalar sır saklamaz. O hep gerçeği yansıtır.

. Aynaların dostluğu gençliği, güzelliği; düşmanlığı ise yaşlılığı, çirkinliği çağrıştırır, hep…