Bir zamanlar çok ünlü bir sarraf varmış.

Her şeyin değerini bilir, değer biçermiş.

Olmadık şeyler olmuş, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış. Ardındakilerden kurtulmak için izini kaybettirmeye karar vermiş.

Gitmiş bir ağanın yanına:

"Ağam, ben çok iyi bir sarraftım ama kader bana bir vurdu ki, Allah kimseye böyle tokat nasip etmesin, çok zor hallere düştüm. Ocağında bana da bir yer var mı?"

Ağa bakmış, “çalışacak bir kol daha” demiş ve has adamına buyurmuş.

"Buna ahırda bir yer var. Günde de bir tas çorba ile yarım somun ekmek. Çalışsın bakalım."

Gel zaman git zaman haftalar geçmiş, adamın biri ağaya bir taş getirmiş. Ağanın daha önce görmediği güzellikte bir taş. Adam oldukça yüksek bir fiyat biçmiş. Ağa beğenmiş alacak ama içinde o kadar edip etmeyeceğine dair bir kuşkusu var. O anda aklına sarraf gelmiş.

Çağırtmış sarrafı, değer biçmesini söylemiş.

"Ağam, demiş sarraf. Bu iyidir hoştur da bu kıymetli bir taş değildir. Yumurtanın etrafına kaplanmıştır ağacın özü. Sertleşip bu hale gelmiştir. Bir gün böcek çıkar, taşı kırar."

Satıcı isyan etmiş, yalan söylüyor bu adam diye.

Sarraf kendinden çok emin. Ağa sarrafa hata yapıyorsa ömür boyu her gün sopa çektireceğini söylemiş. Sarrafın kılı kıpırdamamış. Ağa da mücevheri kıracağını, içinden böcek çıkarsa para vermeyeceğini, kırmazsa istediği değeri ödeyeceğini söylemiş. Satıcı kabul etmiş. Taşı kırmışlar. İçinden küçücük bir yumurta çıkmış. Ağa çok sevinmiş.

Yardımcısına, "bundan sonra bu adama günde 2 tas çorba vereceksin" demiş.

Bir süre sonra adamın biri ağaya muhteşem bir at getirmiş.

İstediği para ise olacak gibi değil ama ağa ata bayılmış.

Aklına sarraf gelmiş. Çağırtmış sarrafı.

"Sen attan da anlar mısın sarraf?"

"Ağam benim bilgim bilimden değil ilimden. Bana el verdiler. Her şeyden anlarım" demiş.

"O zaman bak şu ata. Sen tamam dersen alacağım."

Sarraf ata bakmış:

"Çok güzel at, iyilerin iyisi de, bunun bir arazı var. Bu derede on dakika yürüdü mü, çıktığı zaman ayağı sürçer. Dörtnal denersen düşer" demiş. Atın sahibi itiraz etmeye başlamış.

Ağa, atı deneyeceklerini, sarrafın dediği gibiyse yarı parasına alacağını, ayağı sürçmezse adama istediği parayı vereceğini söylemiş. Dere kenarında atı denemişler, sarrafın dediği olmuş.

Ağa adama yarı parayı ödemiş, yardımcısına da bundan sonra sarrafa günde 3 tas çorba verilmesini emretmiş.

Günler geçerken ağanın aklına sarraf gelmiş.

"Acaba her şeyi bilir mi diye?" çağırtmış yanına.

"Sarraf, sen adamdan anlar mısın, tartar mısın karakterini? Bilir misin adama değer biçmeyi?"

"Evelallah ağam" demiş sarraf.

"O zaman söyle bakalım ağan nasıl bir adam?"

Hikâye uzun, sarraf ağanın nasıl biri olduğunu anlamasına rağmen, söylemek istemez. Ancak ısrarlar karşısında, “sen babanın oğlu değilsin” der.

Siz anlamışsınızdır ne demek istediğimi. Ağa gider annesine babasının kim olduğunu sorar, o da günahlarını itiraf eder.

Ağa sarrafa gelir, nereden bildin deyince. Siz insan kıymetini bilmiyorsunuz, yıllarca beni bir tas çorbaya mahkûm ettiniz şeklinde bir cevap verir.

Sarrafın başına neler gelir, sonradan kıymeti anlaşılır mı? Bilinmez ancak, insan insanın kıymetini bilmeli.

Eskiler birini överken, “O Efendi kadir, kıymet bilir, gariplere bakar, elinden ikramı esirgemez, konu komşu ondan razıdır…” derlerdi.

Şimdilerde kadir kıymet bilinmez oldu, sarraf gibi tecrübeli insanlar, özellikle ustalarımız kıymeti bilinmez oldu.

Kalın sağlıcakla.