Her işe karşı “Neme lâzım” diye omuz silkip lâkayt kalma, gerekli şeylerle ilgilenmeme, hiçbir şeyi umursamama nemelâzımcılıkdır

 Nerede o eski günler?  Günümüzde insanlar arasında bir nemelazımcılık furyası aldı başını gidiyor. bir vurdumduymazlık, bir adam sendecilik, Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. diye giden durum. O yılan bir gün senide ısırır. Suya sabuna dokunmayalım düşüncesi. Suya sabuna dokunulmasa  bir gün gelir kirlenirsin.
  Hepimiz aynı geminin içerisindeyiz. Gemi batarsa içindekilerde batar. Geminin altında açılan bir delik için üst kattakiler, bize ne diyemez. Gemi su alıp batarsa içindekilerde batar.
Bu nedenle herkes sorunluluğunu bilmeli, üzerine düşen vazifeleri yerine getirmeli başkasından bana ne dememelidir.
Kanûnî Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar…
  . Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder.
 . Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir…
Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.
  Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Neme lâzım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “Neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma.” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
   “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir ”Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahyâ Efendi’ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.