Dünkü yazımızda, müsteşriklerin her role girdiklerini, bir nevi çok iyi hazırlanmış ajanlar gibi çalıştıklarını, hatta iyi yetişmiş bir Müslüman kadar dini bildiklerini ve dindar bir insan gibi yaşadıklarını ya da yaşamış gibi göründüklerini vurgulamıştık. Şimdi o yazımızı biraz daha açalım:

“Oryantalizmin üzerinde geliştiği temeli ilk kez hristiyan misyonerler atmıştı. Bu ilgi özellikle 19. yüzyılın ilk yarısıyla 20. yüzyılın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu dönemlerde, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, Hollandalı, İspanyalı ve Amerikalı misyonerlerin hepsi çalışmalar yaptı. S.Svemer, H. Lammens, D.B.Mac Donald, M.A.Palacious, C.De Faucault, M. Watt, K. Cragg gibi isimler çalışmalarını yayınladı. İslâm konusundaki şüpheler ortaya serildi ve onu ikinci sıradan bir konuma düşürme çabaları başladı.

D.Mac Donald Müslüman toplumlarının Avrupa medeniyetiyle karşılaştıkları zaman İslâm inancının çöküntüye uğrayacağına inanıyordu.

Şu sözlerine dikkat buyurun "Muhammed efsanesi" çöktüğünde yani "onun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde" "bütün inanç çökecekti". "Bu insanların, hristiyan okulları ve rahipleri tarafından kurtarılması, kazanılması gerekiyor" diyordu. Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekleştirilebileceği şekil, "Muhammedizm'e cepheden saldırma değil"di. "Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temelini aşındırmasını beklemek yeterliydi".

ÖNCE İSLAM NURUNU KARATMAYA UĞRAŞTILAR

Montgomery Watt vb. kimseler ise "Muhammed'in İslâm'ı çok eski bir din gibi şekillendirmeye çalıştığına" inanıyordu. Eski din, musevilikti. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs'tü. Watt daha ileri giderek, Musevilerin Muhammed'le ilişkilerinin olduğunu, İslam'ın "Bir musevilik mezhebi olabileceğini" ileri sürdü. Gerçekten de misyoner oryantalistlerin bir tek amacı vardı. O da "Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur'an'ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmekti". Bir başka deyişle İslâm konusundaki çabaları, onu anlamak için değil, gözden düşürebilmek içindi.

Misyoner çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yüzyıl sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler müslüman ve gayrı müslim topraklarda ticarî şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan'ın büyük bir bölümü Moğol; Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasî kontrolü gerekli kılıyordu.

BİLİMSEL ORYANTALİZME GEÇTİLER

Onlara göre Doğu egzotik ve sır dolu bir diyardı… Napolyon'un Mısır'ı fethi sırasında pek çok ilim adamını yanında götürdüğü ve Mısır üzerine yirmi üç ciltlik bir kitap yazdırdığı bilgisi hiç de şaşırtıcı değil. Böylelikle Mısıroloji denen bir disiplin kurulmuş olmaktadır.

"Bölgeyi içinde yüzdüğü barbarlıktan kurtarmak ve muhteşem mazisine döndürmek, Doğuya Batı hakkında bilgiler vermek" planları yapılıyordu. "Doğunun siyâsî olarak baş eğdirilişi sırasında kazanılan muhteşem bilgiler askeri amaçlara hizmet edecek, Doğu, formülleştirilecek, şekil verilecek, kimlik ve tanım kazandırılacak, hatıralardaki yerine oturtulacak, imparatorluk için önemi belirlenecek ve Avrupa'ya bağlı rolü irdelenmiş olacaktı." Bu tür meraklar ve çıkarlar, bir sürü çeviriler, sözlükler, seyahat kılavuzlarının yayınlanmasını sağladı. Hepsinin amacı Doğunun daha kolay anlaşılabilir hale gelmesini sağlamaktı. Ama 19. yüzyıl ile beraber bu düzensiz ve bağımsız çalışmalar, döneme hakim olan bilimsel bilincin gelişmesiyle daha bir sistemli hale geldi. Doğu çalışmalarına nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda, Doğubilimciler arasında yavaş yavaş bir uzlaşma belirginleşmeye başlamıştı

( Kaynak Asaf Hüseyin, Oryantalizmin İdeolojisi, Oryantalistler ve İslamiyatçılar, Çev. Bedirhon Muhib, İstanbul 1989, s. 19 Sami ŞENER’den alıntı yapılmıştır).

Özetle müsteşrikler, kendi din ve kültürlerini Doğu toplumlarında hakim kılmak; İslâm'ı uluslar arası planda küçük düşürmek gayretinde olan ve çoğu Yahudi ve Hristiyan din adamlarından ibaret bir kesimdir. Fakat bu arada, insaf sahibi olup da Doğunun ve özellikle İslâm'ın güzellik ve üstün yönlerini görüp, bunları eserlerinde yansıtma durumunda kalanlar da az da olsa görülmüştür.

Kalın sağlıcakla.