“Hüküm bir sapığın eline geçti mi, onu mevki sanır ama hakikatte kuyuya düşmüştür!”(Mevlana)

Hükmetmek ya da emir veren konumuna erişmek insanın özünde vardır! Hükümdarlık ise İbn-i Haldun’un tanımlaması ile: “Bütün dünyevi faydaların, bedeni ve nefsi zevklerin ve arzuların (bu zevkleri ve arzuları tatmin etmenin) kendisinde toplandığı iştah kabartıcı ve yüksek bir makamdır!”

Bugün konumuz hükümdarlık yani iktidar olmak. Bu konu dünde toplumların önündeydi, bugündü; zaten hadiseleri dünden soyutlamak mümkün değil.

Neden derseniz? İbn-i Haldun bundan yıllarca önce bu konuyu kaleme almış bakın ne buyurmuş: “Hükümdarlık ve Devlete Ancak Birbirine Kenetlenmiş Toplumsal Güç (Asabiyet ve Taraftar) ile Ulaşılabileceği başlıklı değerlendirmesinde ilginç vurgular yapmış.  O yazının hemen girişinde deniyor ki: “Bir topluluğun galip gelip hakimiyet kurmalarının ve (kendilerini) ancak bireylerin, diğerlerinin yerine kendisinin ölmeyi isteyeceği kadar dayanışma ve yardımlaşma içinde bulunan asabiyet ile sağlanabileceğini söylemiştik!” (Mukaddime-Fasıl- 1-Cilt-1 s. 215/Yeni Şafak)

Benim anladığım kadar der ki, milletin desteğini alan, destekçilerinin birbiriyle kenetlendiği bir hükümdar ayakta kalır, galip gelir, başarıyı yakalar, problemleri kalkınmaksa kalkınmayı da başarırlar, sonra eğitimci eğitimi, savunmaysa savunma alanında başarılı gelir. Aksi takdirde, yani halkının desteği olmayan iktidarlar başaralı olamaz…

Demek ki, hüküm verme makamında olanlar, birlik ve beraberliğe çok dikkat etmeli. Açık toplum olmalı, kendi başına (halkın düşüncesini almadan)kararlar vermemeli.

Bir savaş halindeyken (Çanakkale de olduğu gibi) mü’min kardeşim öleceğine ben öleyim diyebilecek imana erişmeli. Bildiğiniz bir hikâye vardır ya, savaş anında yaralılara su dağıtılırken, bana değil, yanı başımda ağır yaralı kardeşime suyu ver, o benden daha fazla ihtiyaç duymakta deyip suyu arkadaşına yollayıp, kendisi şehit olan bir maneviyat erinden bahsediyorum.

İKTİDAR MÜCADELESİ VE ASABİYET MESELESİ

Mukaddime de; “Asabiyet, esas itibariyle soy (nesep) birliğinden kaynaklandığından, aynı soydan olanlar arasında organik yakınlık “şeklinde tanımlanıyor ve bu arttıkça (asabiyet de güçlenir), buna karşılık bu yakınlık aileden başlayarak aşirete, kabileye doğru yayıldıkça asabiyet de zayıflar. (Bu nedenle yüce dinimiz akraba ilişkilerine, yani sılay-ı rahime büyük önem vermiştir)

Bunlardan gerçek asabiyet, modern sosyolojinin temel kavramlarından olan ve ırk birliğini aşarak vatan, tarih, kültür, gelenek ve görenek gibi müştereklere dayanan milliyet fikrinden çok, yalnızca ırk birliğinden kaynaklanan kavmiyete benzemekte, ancak bugün anlaşıldığı manadaki ırkçılığa göre daha dar çerçeveli bir karakter arz etmektedir. (Kay. İslam Ans.Org)

Peki günümüzde böyle bir asabiyet (vahdet) söz konusu mudur? Yani iktidarlar (sadece hükümet üyelerini kast etmeden, bütün hüküm verenler için) akraba ve taraftarlık söz konusu mu?

Bunu çok partili sistem üzerinden düşündüğümüzde daha geniş bir kapsam alanı olduğu hemen aklımıza geliyor çünkü seçmen kitleleri de işin içine kısmen de olsa girebiliyor. Bana göre her ne kadar seçilenler particilik yapmak istemese de partililer siyasileri buna zorluyorlar!

HAK VE MENFAATLER KORUNMALI

Hükümdarların yanında sülalesi, kardeşi, eşi, dostu olmalı, hatta sadece kardeşleri değil, inanç ve ülkü birliği yaptığı herkes ile birlikte yola devam edilmeli. Ama bunu yaparken çok dikkat edilmeli.

Şunu söylemek istiyorum: “Ağaç dalı ile gürler!” doğrudur. Ama bu dallardan akan nimetler hükümdarın yakınlarına değil, halka dağıtılmalı ki kenetlenme gerçekleşsin. Şayet iktidar nimetlerinden birileri yararlandırılacaksa ve bu akrabanız ise dikkat edilmeli. Emanet sahibi biri bile olsanız o nimetlerden uzak durmanız gerekiyor.

Çünkü: “Asabiyetin siyasî ve hukukî alanlardaki otorite boşluğunu doldurmak, mal, can ve ırz güvenliğini sağlamak gibi olumlu yönleri yanında aile, aşiret veya kabilenin yahut benzer bir topluluğun hak ve menfaatlerine tecavüz etmek, onlara karşı şiddete başvurarak üstünlük sağlamak gibi olumsuz ve zararlı yönleri de vardır. Evet hükmetmek Allah için olursa, yüce bir görevdir. Ancak 3. Selim ne buyurmuş: “Bu cihânın devletine eyleme zerre tama! Pek sakın İlhâmî zirâ bî-vefâdır saltanat

Bizden söylemesi.