Bu şiirini kendi hattıyla defterine kaydeden Niyâzî Mısrî Hazretleri  “Azizim Ümmî Sinan Hazretleri’ni ziyarete giderken Elmalı göründükte tulû etmiş idi.” Diye bir açıklamada bulunmuştur.  Tasavvuf erbabı ve Divan Edebiyatı uzmanları bahsi geçen şiir hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır. Onlardan biri de Sayın Mustafa Tatcı Beyefendidir. Nutk-u Şerif hakkında şunları söylemiştir. “Bu nutk-u Şerifteki Elmalı kelimesini ikiye bölüp Mürşid-i Hakikinin elinden alınacak olan sır anlamında “El- Malı” şeklinde okumak gerekir. Zira Sırrı ilahi gökten zenbîlle inmez, mürşidi Hakikinin elinden alınır”  demiştir.   Hazret-i Pir Efendimiz 1656 senesinde irşad izni alıp tacı şerifi giymeye hak kazanır yani hilafete nail olur. Kendisine meşayihin erkânı üzere törenle tâc, sancak, ridâ, tesbih, seccade ve asâ gibi emanetler teslim edilmiştir.  Hilafete layık görüldüğünde tam kırk yaşında olan hazret, Efendisine mahviyet içerisinde  “ Daha noksanlıklarım tamam olmadı “  diye arz da bulunduysa da şeyhinin emrine itaate mecbur kalmışlardır.  Bilindiği gibi, enbiyâ insanları davete kırk yaşında memur olmuşlardır.  Hilafet sahiplerinin de insanları irşada kırk yaşında memur edilmeleri nebilerin ahlakına uymak içindir. Hazret-i Mısrî, Dünyaya Dahi Sığmayan Bilge…  Hazret-i Pir Efendimiz Niyâzî Mısrî, hilâfetle Uşak’a gönderilmesi kararlaştırılınca ihvanlar dan bazıları Ümmî Sinan-ı Veli Hazretleri’ne  arz ettiler ve dediler ki “ Efendimiz , Mısrî evladınızın zâhırî ve bâtınî ilimlerle kemâli meydanda iken onu Uşak’a gönderdiniz. Hâlbuki büyük bir beldeye özellikle Bursa’ya görevli olarak gönderseydiniz daha iyi olmaz mıydı? “  Şeyh Ümmî Sinan-ı Veli onlara cevaben ;” Settâr olan Allah’ın kudretiyle biz görmesek de sizler görürsünüz, bizim Derviş Mehmed Mısrî ne Uşak’a ne Bursa’ya ve nede dünyaya sığar! Büyük ve şöhretli bir Mürşid olur”  buyurmuşlardır.  Hakikaten de Hazret-i Şeyh’in sözleri tahakkuk etmiş, Hazret-i Mısrî’nin nâmı ve şöhreti dünyayı tutmuştur. Hazret, hilafet aldıktan sonra Denizli yoluyla Uşak’a gelmiştir. Uşak’ta bir camiinin hazîresinde halvete girmiş ve yoğun olarak ibadete yönelmiştir.  Bu sırada da yirmi dört saatte bir, yirmi dirhem kadar ekmekle yetinmiştir.  Bu Halveti sırasında kendisine ledünnî pek çok sırların açıldığını “İrfan Sofraları” eserinde anlatmıştır.  Hazret-i Pir, Uşak’ta sadece halifelere özgü olan “fürûât-ı Esmâ’ı”  yani ilk yedi esmâ’ın üzerine çekilen hilafet esmâ’ını, Şeyh Mehmed Uşşâkî Hazretleri’nin yanındayken tamamlamıştır.  Daha sonra da tarikat âyîn ve devrân icrasına da mezun olmuş ve bundan sonra   Niyâzî Mısrî Hazretleri, Kütahya’ya teşrif etmişlerdir.  Şeyh Mehmed Efendi, Kütahya’nın ahalisinin kâmil bir zâtın terbiyesine ihtiyacı olduğunu şehrin maneviyatının beslenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu amaçla hazreti, Kütahya’ya göndermişlerdir.  Kütahya ahalisi Pir Efendimizin memleketlerine teşrifinden çok memnun kaldılar. Hürmet edip kendisinden istifade ettiler.  Ancak ne çare ki haset ve nifak ehli kişilerin bütün kemal sahibi evliyaya yaptıkları gibi Mısrî Hazretleri de buğz ve düşmanlığa duçar olmuştur.  Bazı kendini bilmez kişiler Hazret-i Pir’in mazhar olduğu muhabbeti ve halkın ona olan ilgisini çekemezler.  Bir takım dedikodulara başlarlar. Hazret-i Mısrî’ye intisap eden âşıklar âlimler ve müntesipler çoğaldıkça düşmanları da ( Sabetayistlerin ve onların işbirlikçilerinin dedikodulara ve fitneye sebebiyet verdiklerini de kaynaklar yazmaktadırlar.  Sabatay Sevi 1 Ağustos 1626 yılında doğmuştur ve Hazret-i Mısrî Hilafet tacı giydiği 1656 senesinde 30 yaşındadır ve çoktan gizli ve şeytani planlarını devreye sokmuştur.)  dedikodularını ve küfürlerini arttırırlar. Hazret-i Pir Efendimiz bu haddini bilmezlerle mücadeleye de girişmez.  Zira onların hakkı kabul etmesi mümkün değildir.  Hazret ; “ Hakk’ın hangi tarafta olduğu zâhirdir .”  diye buyurmuştur. Olan bitenlere de sesini çıkarmamışlardır.  Ancak bu azgın ve hain taife düşmanlıklarının şiddetini gittikçe arttırmışlardır.   Öyle ki düşmanları onu şehid etmek için planlar bile yapmışlardır.  Bu sıkıntılar içinde bir gece zikrullah ile meşgulken oturdukları mekânın tavanı açılmış, semâvâtın sırları kendilerine keşfolunmuştur.  Kendisinde böyle daha birçok harikalar zuhur etmiştir.  Üç sene kadar bu hallere tahammül etmişlerdir ve nihayetinde ihvânı ve dervişlerini Hazret-i Allah’a emanet ederek Uşak’a dönmüşlerdir. (DEVAM EDECEK)