Hazret-i Mısrî’nin Elmalı’daki Günleri… Hazret-i Pir Efendimiz, Elmalı’da dokuz sene kalmıştır. Geçen bu zaman içinde Ümmî Sinan-ı Veli, Mısrî’yi tarikat âdâbı gereği sülûka devam ettirdikleri gibi, onu, dergâh-ı Şerîfîn imametiyle ve şeyhzâdelere ilim öğretmek gibi bir takım hizmetlere de tayin etmiştir. Bir müddet sonrada bu gibi meşguliyetler sülûk için gerekli olan erbâin, riyazat ve zikr-i dâimîye engel olduğundan dolayı Azizi tarafından Elmalı dışında ki dergâhın değirmenine hizmete gönderilmiştir.  Hazret, burada tekkenin günlük ihtiyacı olan buğdayı her gün götürüp öğütür ve geri getirir. Bu sırada o, tamamen zikre ve riyâzata yönelmiştir. Ancak Hazret-i Niyâzî senelerden beri memleketini ve aile çevresini görememenin verdiği özlemle Malatya’ya gitmek istemektedir.  Kaldı ki, sılâ-i Rahim ziyareti de meşrudur.  Bu meşru hakkı kullanmak için mürşidinden izin almak gerekmez sanıp baba ocağına doğru yola çıkar. Bir zaman sonra gönlü sıkılmaya ve bunalmaya başlar. Öyle ki, öğrendiği zâhirî ve bâtınî bütün bilgiler gönlünden silinir.  O zaman anlar ki, bu sıkıntının sebebi pîr huzurundan destursuz ayrılmaktır. Gönlüne hemen şeyhine danışıp ondan izin almak fikri gelir.  Elmalı’ya derhal geri döner. Dönüşünde mürşidinin eşiğine yüz sürüp özür diler. Ümmî Sinan Hazretleri buyururlar ki “ Mısrî Derviş! Bostan sahibi meyvenin olup olmadığını bilir. Biz seni sılanın sevabından mahrum etmek istemedik.  Fakat bilinirden bilinmez çoktur. Onunda vakti gelince hâsıl olurNiyâzî Mısrî’nin Çile Günleri…     Hazret- Pir, gayret kemerini kuşanmış gece gündüz nefis denilen yedi başlı ejderha ile harp ediyordu.  Bir gece şöyle bir zuhurat tecelli etti.  “ Kendisini bir aynanın içinde bir köpek şeklinde seyrediyor, köpek kendisine saldırıyor, havlıyordu. Sanki kudurmuş gibiydi. O sırada Hazret-i Allah’ın ikramı ile birlikte şeyh-i Azizi yanına gelmiş, o vahşi köpeğin boynuna zincir vurmuş, Hazret-i Niyâzî de rahat bir nefes almıştı.”    Rüyası nihayete erince dehşet içinde uyandı. Kan ter ve gözyaşı içinde kalmıştı.  Bir parça kendine gelince tefekkür deryasına daldı. Düşünmeye başladı. Aynadaki köpek Nefs-i Emmaresiydi.  Bu saldırgan ve azgın köpekten ancak Allah’ın izni ve şeyhinin terbiyesi ile kurtulabileceğini biliyordu.  Nitekim öyle de oldu. İleri de nefsiyle olan bu çetin mücadelesini kendisi şöyle dile getirecekti.  “Adâvet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman Ki asla senden ayrılmaz ömür âhir olunca tâ ( Kimseyle düşman olma, sana düşman olarak kendi nefisin yeter. Ki nefsin ömrünün sonuna dek senden ayrılmaz.)”    Nefs-i Emmareden – Vuslata… Niyâzî Mısrî Hazretleri, 1647 senesinden 1656 tarihine kadar Ümmî Sinan-ı Veli Efendimizin yanında ilm-i Ledün tahsili gördü.  Tekkenin, insanların hayvan ve nebatın hizmetiyle meşgul oldu.  O bu dokuz seneyi nefsiyle cenk ederek geçirdi. Pek çokta halvet çıkardı.  Hiç yılmadan ve yorulmadan sürekli mücadele halindeydi. Manen terakki ettikçe zikir ve açlığın şiddetini de arttırdı.  Bu arada Mürşidi Azizi ona, nefisine dokunacak çeşitli hizmetlerde vermeye başladı.  Bazı günler, dergâhın mutfağına, sırtında odun, buğday veya kırbayla su taşıyordu. Sırtı elleri ve ayakları yük taşımaktan dolayı yara bere içinde kalmıştı. Her nasılsa bir gün yaraların acısının dayanılmaz hale geldiği anda efendisinin yakînlerinden olan bir ihvana gizlice arkasında ki yaralara merhem ve pamuk koymasını rica etti.  O zât da görevini yerine getirdikten sonra doğruca Ümmî Sinan-ı Veli Hazretleri’ne gidip ;” Azizim! Mısrî bendenizin sırtı buğday, su ve odun taşımaktan yara olmuş. Bu kadar zahmet ve meşakkate sabır ve tahammül, kemâle erdiğine delildir.  Lütfen artık İcazetnamesini ihsan buyurun “  diye rica ve niyaz etti.  Hazret-i Şeyh bunun üzerine “ doğrudur. Mısrî’nin kemale geldiğini bende bilirim. Fakat onun bizden alacağı bir şey vardır. “  dedi.  Hazret-i Pir, dokuz sene süren Seyr-u süluku sırasında her ne kadar memleketi Malatya’ya gidip baba ocağını ziyaret etmek istediyse de, efendisi “ Sıla-i rahîmin henüz zamanı var” dediği için gidememiştir. Ümmî Sinan Hazretleri, Niyâzî Mısrî’yi irşad ettiğinde, yanına oğullarından birini de vererek bu sefer sılaya gitmesi için izin vermiştir.  Hazretin, Şeyhzâde ile birlikte Malatya’da ne kadar kaldığını bilmiyoruz. Malatya’dan sonra İstanbul’a gelmişlerdir. Bir müddette burada konaklamışlardır.  Onun İstanbul’da kaldığı sırada devrinin ariflerinden Oğlan Şeyh veya Olanlar Tekkesi Şeyhi diye bilinen İbrahim Efendi Hazretleri ile tanıştığını da kaynakların verdiği bilgiler sayesinde öğrenmekteyiz.  Nihayet İstanbul’dan dönüş zamanı gelir ve Elmalı’ya doğru yola çıkarlar.  Efendisin den uzun zaman ayrı kalmak kendisinin pak gönüllerinde derin yaralar açmıştır. Azizine duyduğu derin hasretin ağırlığı ve dayanılmazlığı içerisinde şu nutk-ı Şerifi yazmıştır. “Dost illerinin menzili key âli göründü, Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü Tûtîlere sükker bâğının zevki erişdi, Bülbüllere cânân gülünün dalı göründü Mecnûn gibi sahrâları ağlayı gezerken, Leylî dağının lâlesinin alı göründü        Ten yâkub’unun gözleri açılsa aceb mi, Cân Yûsuf’unun gül yüzünün hali göründü Kâl ehlinin akvâlini terk eyle Niyâzî, Şimdiden gerü hal ehlinin ahvali göründü  “    (DEVAM EDECEK)