Sabahın seher vaktinde, bir dost ile karşılaştım, selamın ardından kelam başladı. Hatır sordu, şükür ettik; “Ortalığı nasıl görüyorsun?” diye sordu ona kısaca Mesnevi’de okuduğum bir hikâyeyi anlattım.

“Tay ile anası su içmek için nehre yaklaşmışlar. Bu arada seyisler ve atlarda gelip, ıslık çalmaya başlamışlar. Küçük tay ıslıklardan ürkmüş.

Anası: “Yavrucuğum niye ürküyor, su içmiyorsun?” diye sormuş.

Tay: “Bunlar ıslık çalıyorlar ya, hep birlikte ıslak çalmalarından korktum!” demiş.

Anası: “Dünya kurulalı abes işler de bulunanlar vardır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider. Benim akıllı yavrucuğum, sen işine bak. Onların kendi saçlarını sakallarını yolmaları yakındır!

Vakit var, tertemiz su da akıp gidiyor. Sudan ayrılırsın, ayrılık seni şahrem şahrem eder. Bundan önce davran da Abıhayatla dolu olan ırmaktan su içmeye bak! İç de senden nebatlar bitsin.

Ey gafil susuz, biz velilerin sözlerinden Hızır’ın abıhayatını içmekteyiz gel! Bu gür suyu görmüyorsun, bari testini doldur. Bu ırmakta su var, bunu duydun ya. Köre taklitle iş yapmak gerek! Suyu sayıklayıp duran testini ırmağa daldır. Daldırınca ağırlaştığını anlarsın.

Anlarsın da su olduğunu inanırsın, gönlün o zaman bu kuru taklitten kurtulur.

Kör, ırmak suyunu açıkça göremez; ama testinin ağırlaştığını anlayınca su olduğunu bilirsin. Ağırlaşan testiyi yel alıp götüremez. Akılsız insanlar her türlü yele kapılıp giderler, çünkü onlar kuvvetleri sağlam değildir.  Kötü ve hayırsız adam, lengersiz gemidir ne demir atmıştır ne bir yere bağlıdır, deli rüzgarlardan kurtulamaz ki…

Gönül akıl nuru ile nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir. Çünkü nur gönülden doğar da göze vurur…”  (Devamı için Mesnevi 3. Cilt. S 254 bak)

ŞAŞIRDI DOSTUM, YANİ DİYE SORDU

Hacım dinledi, biraz da şaşkın bakışlar içinde açar mısın konuyu deyince işte bu yazı ortaya çıktı.

Değerli dostlar, hepimiz aslında bir tay gibiyiz, biraz ürkek, tecrübesiz ve korkak. Kimimiz ise tedbirli ama şuursuz işte, kapılıp gidiyoruz dünyanın rüzgarına. Dünya kaçıyor biz kovalıyoruz, sanki yakalayan olmuş da…

Hayalin arkasından koşarsanız veya serabın yakalayabilir misiniz? Dünya da öyle bir şey! Su yani ömür akıp gidiyor, testimizi doldurmak yerine, boş testi ile gezinip duruyoruz.

Ezanlar okunuyor, koşmuyoruz huzura.

Mübarek aylar içindeyiz değil mi? Kat kat verilirken sevaplar, nelerle uğraşıyoruz? Oysa dünya oyun ve eğlenceden ibaret değil mi? Karun gibi zengin olsan ne fayda!

Ey nefsim bak su akıyor, testini doldursana, işte bir gün, göz kapanıp açılıncaya kadar bitiyor, yarın ömür de bitecek ve sonra birden uyanıvereceksin dünya rüyasından, sana önce namazı soracaklar. Allah için ne yaptın diyecekler peki sonrasına hazır mısın?

Derler ki Hz. Osman kimi zaman mescitte sabahlara kadar ağlarmış, sorduklarında ise sırat köprüsünün üzerinden nasıl geçerim diye korktuğunu söylermiş. Halbuki O mübarek cennetle müjdelenmişti…

KALPTE DÜNYA VARSA

Cenab-ı Allah, Musa(as)peygamberine bir kişinin kalbinde dünya var ise ben onu affetmem buyurmuş. Özetle, insanın kalbinde dünya değil, Allah olmalı ki kurtuluşa erebilsin.

Dostuma ve dostlarıma ve tabi ki nefsime buradan şöyle seslenmek istiyorum: “Dünyaya ağlayarak geliriz, şairin ifadesi ile burası iki kapılı bir handır. Bir kapıdan girer, diğer kapıdan çıkarız. Ağlayarak geldik ama ağlayarak gitmemeliyiz, ‘keşkelerimiz’ değil, ‘iyikilerimiz’ çok olsun!

Ölümsüzlük arıyorsak ki hepimiz ararız o halde yol aşmak, menzile ulaşmak için gayret göstermeliyiz, bu arada da Mevlana’nın söylediği gibi doğru yolda ilerlerken önümüze çıkanların da havlamalarına kulak asmamalıyız. Nefsin ve şeytanın vesveselerinden uzak durmalı, gözler kapanırken, dudaklarımızdan şehadet şerbetinin kokusu etrafımıza yayılmalı.

Rabbimize kavuştuğumuzda, “Ben kulumdan razıyım!” sözlerini işitebilmeliyiz. Şu dua ile bitirelim: “Allah’ın dünya ve içindekilerin fitnesinden sana sığınırız.

Kalın sağlıcakla.