“Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

Merhum Necip Fazıl’ın Sakarya şiirinden bir mısra. Öyle bir mısra ki şu an ki hali pür melalimizi anlatıyor sanki.

Allah’ın ayetleri ancak ona iman edenleri bağlar. Cumhurbaşkanının torunu ve meclis başkanının oğlunun da aralarında bulunduğu hafızlık eğitimini tamamlayanlar için cumhurbaşkanının huzurunda hafızlardan ve hafızlık eğitiminden sorumlu Reisul Kurra ünvanıyle bu görevi vekaleten yürüten Mustafa Demirkan hoca efendi dua yapmış.

Duasında Bakara suresi 114. Ayeti okuyarak, mealen ” Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.” Sözleri nedeniyle Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret ettiği ileri sürülerek tenkit ve suç duyurusunda bulunanlar olmuş.

Halbuki hoca efendi acı ve ızdırap dolu yıllara atıfta bulunarak, yeniden ibadete açılmasına vesile olan huzurundaki cumhurbaşkanına şükranlarını ifade etmek istemiştir.

Kaldı ki bu ifadeler hocaya ait değil. Allahın sözleridir. Bu ayetten rahatsız olanlar hoca yerine Allah’a dava açmaları, ya da diyanete başvurarak bu ayetin Kur’an dan çıkarılmasını talep etmeleri daha doğru olur zannımca.

Farklı zamanlarda farklı kişi ve mecralara yaptığı açıklamalarda Atatürk herhangi bir dini inancı olmadığını açıklamış, bu açıklamalara ilişkin belgeler solcu ya da ateist şahsiyetlerce dillendirildiğinde birileri çıkıp siz Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret ediyorsunuz denmiyor.

Bir anekdot” Rahmetli Menderes başbakan olduktan sonra İstanbul’a ziyaret tertip edilir. Topkapı sarayı gezilir, Müze yapılan Ayasofya ziyaret edilir. Ayasofya’nın müze olduğunu bildiği için Menderes bu durumu kabullenmiş olarak herhangi bir tepki vermez. Rahmetli yanındaki görevlilere Sultan Ahmet Camisini ziyaret etmek istediğini söyler. Ancak bu isteği kabul görmeyip, bu ziyaretin programda olmadığı ileri sürülerek başbakan’ın Sultan Ahmet’i görmesine mani olmaya çalışılır. Ancak Menderes bütün engellemelere rağmen talebinden vazgeçmez ve Sultan Ahmet Camisine gidilir.

Kapısını aralayıp caminin içerisini gördüğünde ise adeta başından kaynar sular dökülür. O ulu mabet at ahırı olmuştur ve içeride atlar vardır.

Bu sözlerim beni bağlar. Ayasofya’nın Hıristiyan alemi için olan önemini bildiğim için o günün şartları gereği bir çok cami gibi ahır’a dönüştürülmeyip müze yapılmasını anlarım.

Sultan Ahmet Camisi de okul, kütüphane, hatta müze bile olabilirdi. İngilizler dört yıla yakın İstanbul’u işgal ettiler. Bu sürede camileri kilise’ye dönüştürebilirler, ya da yıkabilirlerdi. Ancak böyle bir şeye hiç tevessül etmediler.

 Allah Allah nidaları ile Yunan’ı denize döküp yeni bir devletin kuruluşu sağlandıktan kısa süre sonra önce Anayasa’da ki devletin dini İslam’dır ibaresi kaldırılmış, akabinde ise işgal kuvvetlerinin bile yapmadığı işler yapılmış, bir çok cami yıkılmış, bir çok camide amacı dışında kullanılmaya başlanılmıştır.

Azıcık aklımla anlamaya çalıştım yıllar yılı. 1920’lerde camilerde vatanın bağımsızlığı için hutbe okuyan kişi, birkaç yıl sonra hem de insanın olgunlaştığı yaş olan kırklı yaşlarda nasıl olurda istikamet değiştirir. Hadi değiştirdi. Camilerin kapısına kilit vurabilirsin, ezan okumayı yasaklayabilirsin, toplumun dinini öğrenmesine engel olabilirsin tüm bunlara peki. Camileri gayrimüslimlere kiralayıp içerisine at, eşek hatta köpek konulmasının nasıl bir izahı olabilir. İnsan herhangi bir dine mensup olur ya da olmaz orası kendi bileceği iş. Ancak içinde yaşadığı toplumun kahir ekseriyetinin mensup olduğu dine ve o dine ait kutsallara niye böyle bir tavır alır anlaşılır gibi değil.

Bu gerçekler acıdır ve acı gerçekler ne zaman hatırlatılsa birilerini istem dışı olarak üzmekte, böyle şeylerin yaşanmış olduğu duygusunu bir türlü kendi vicdanlarında kabullenemediklerinden o döneme ait kişi ve uygulamaları savunmak zorunda kalmaktalar.

Bir camide okunan bir ayetten yola çıkarak ülkenin birliğini ve huzurunu kaçırmaya kimsenin hakkı yoktur. Müslümanları Allah’ın ayetleri bağlar. Allah’ın sev dediğini sevmek sevme dediğini sevmemek her Müslüman’a farzdır.

Ancak bu zaman garip bir zaman. Hocanın bu sözlerine ilk ve en sert tepki iktidar ortağı Bahçeli’den geldi. O zaman safları yeniden belirlemekte fayda var bence. Aynı konuda aynı tepkiyi verecekseniz Akşenerle niye ayrı partidesiniz ki?

Son söz olarak: Sayın cumhurbaşkanı özellikle hocaların camilerde geçmiş dönemlerle ilgili toplumda fitneye sebep olacak, toplumsal karşıtlığı teşvik edecek davranışlardan kaçınmak adına her düzeydeki kişi ve kurumu uyarması gerekiyor. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Bugün ne yapılmalı, geleceği doğru inşa etme amacıyla elzem olan toplumsal barışın tesisi için yeni bir duruş, yeniş bir tavır nasıl olmalı bu amaçla hangi adımlar atılmalı, gerisi boş laf, yani laf-ı güzaf.

Boş laflarla geçirecek bir dakikamız bile yok. Hem milletin hem de devletimizin bin bir çeşit derdi var. Birileri oh be dedim ya deyip rahatlasın diye milletin huzurunu kaçırmaya kimsenin hakkı yok. Artık demokrasi var diye ağzıma geleni söylerim döneminin sona ermesi gerekiyor.

“Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olma pahasına

Sağlık ve esenlikle kalın.