Tembellik nefsi bir hastalıktır, tıpkı nemelazımcılık gibi desem yanlış olur mu? Öyle bir hastalık ki, tedavisi çok zor, hatta huya bağlayanlar bile var. Biliyorsunuz, insan huyu doğuştan gelir ve yine uzmanlara göre yazıyorum, tembelliğin genlerle ilgisi de var…

Bilirsiniz özellikle okullarda kullanılan  ‘tembellik’ kavramı, çalışmayan, dersini yapmayan öğrenciler için kullanılır. İşte o hastalıkla ilgili olarak Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil gençlere seslenirken  bu tiplerin şöyle bahaneler ürettiklerini yazıyor: “Tembelliğin kitabından sana bazı parçalar okuyayım da dinle:

Adam sen de. Çalışanlar ne olmuş ki sanki?

Üzme kendini şu ölümlü dünyada çalışmak yıpranmaktır.

Hayat dediğin bir şanstır.

Şansın varsa, her şeyin var demektir. Şansın da yoksa kendini parçalasan bile bir şey olamazsın.

Zaten suyu getiren de testiyi kıran da bir; sen testiyi kır, suyu başkaları getirsin de afiyetle iç.

Hem bir işin olacağı varsa sırt üstü yatsan da olur, olacağı yoksa yırtınsan da olmaz.

Hele dursun bakalım, şimdi şöyle yaslan da yarın sabah yaparsın.

Hem sana çalışmak yaramıyor; iştahın kaçıyor, neşen sönüyor.

Huy bu ya, ben bütün sene kitabı, defteri koltuğumda gezmekten; hele kütüphane köşelerinde pineklemekten hoşlanmıyorum.

İmtihanlara şöyle yirmi gün kala kafayı vurur, dersleri hazırlar ve imtihanları mis gibi geçerim.

Nedense benim yalnız imtihan üstü zihnime bir açıklık geliyor; sene içinde sanki uykudayım.

Hem de hacet (lüzumu var) muvaffak olanın ve olmayanın gideceği yer mezarlık değil mi?

Dünyaya insan bir defa gelir; hayattan kâm almaya (zevkini çıkarmaya) bak.

Tembelliğin kitabında daha neler ve ne yaveler (boş sözler) var. Bildiğin şeylerle başını ağrıtmayayım. Yalnız şunu söyleyeyim ki eğer tembel isen ve tembelliğin uzvi (bedene ait) bir hastalıktan ileri gelmiyor da ruhi bir gevşeklik, uyuşuk, üşengeçlik, hoppalık ve havaîlik (önemsememek) şeklinde ise iradeni kullanmak suretiyle muvaffakiyetin bu düşmanını yenebilirsin. Eğer bedeni bir arızan varsa bunun ilacını hekimler bilir.

KÖTÜ ARKADAŞ ETKİLİ OLUYOR

Muvaffakiyetin bir diğer düşmanı kötü arkadaştır. Genç dostum! Gittiğin yolda ikinci bir tehlikeli düşmanın da kötü arkadaştır. Arkadaşın kötüsü, emin ol ki bir gencin başına gelebilecek kötülüklerin en kötüsüdür. Ve her kötülük gibi o da sinsi ve maskelidir. Hem maskesini gayet maharetle (ustalıkla) vurunur. Dost ağzı kullanır. Seni esirger ve yardımına koşar görünür. Seni kendisine imrendirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmaz. Tembellik senin içindedir ve sana senin ağzınla konuşur. Arkadaşın kötüsü ise sana kendi ağzını kullanır ve seni tembellikten daha çabuk kendine bağlar. Zaten tembelliğin işi asma, hoppalığa ve züppeliğe düşme şekli ekseriya kötü arkadaş telkinleri (aşılamaları) ile başlar. Ve zaman ile itiyat (alışkanlık) hâlini alarak içimizde yerleşir. Kötü arkadaşın yaman felsefesi vardır. Sana her fırsatta gerek sözleriyle ve gerek hâl ve tavrıyla telkin ve tekrar eder:

GENÇLİK ELE GEÇMEZ

Gençliğini yaşa, kardeşim, bu gençlik her zaman ele geçmez. Sana öğüt verenler vaktiyle günlerini yaşayıp da şimdi senin güzel gençliğini kıskananlardır, aldırma eğlenmeye bak. Daha neler demez ki.

Arkadaşın kötüsü çalışanlardan rahatsız olur, muvaffak olanları hiç belli etmeden kıskanır, muvaffak olmayı küçümsemek ve alaya almak suretiyle intikam alır. Seni kendine benzetmek ve kendi düştüğü çukura sürüklemek için başvuracak çare arar.

Sözleri ile ve yaşayış tarzı ile manevi enerjini kırar ve sende haince bir ruhi gevşeklik yaratır. Sözün kısası, inan ki kötü arkadaş bir gencin hayatında rastlayacağı en büyük bahtı karalıktır.

Hele tembellikle arkadaşın kötüsü birleşir de yakana ikisi birden yapışırsa, her biri bir ömre yeten bu iki şerir (kötülük işleyen) düşmandan kendini kurtarma çok güç olur…”

Evet, tembellek ve kötü arkadaş insanın başına beladır ve bu her ikisi de senden uzaklaşmadıkça kesinlikle muaffak olamazsın!

Peki hoşça kalın.