İnsanoğlu kimi zaman kolaycılığa kaçar, birilerini taklit ederek onun gibi olacağını zanneder oysa insan kendisi gibi olmalı; özü, kökü ne ize öyle yaşamalı…

Çevrenizde böyle tipler vardır, özenti içindedir ancak ne kadar da özenirlerse özensinler, insan bir diğeri gibi olamaz, zaten olmamalı.

Sadece insanlar mı, hayır toplumlarda kimi zaman birilerini taklit ettiklerinde onlar gibi olacaklarını zannederler, dediğim gibi özenli içinde olurlar ama asla onlar gibi olamazlar.

Sözü geçtiğimiz Cuma günü kaleme aldığım batılılara özenme, onlarla son 4 asırdır birlikte yürüme gayretimiz; bunun için Tanzimat Fermanları çıkartıp, Meşrutiyet çabaları ve geldiğimiz noktayı bir daha hatırlatmak istiyor ve şu soruyu cevap bulmak istiyorum: “Biz batılı ya da doğulularla beraber aynı yolda mı yürümeliyiz? Yoksa Anadolu İrfanına yönelip, özümüze uygun bir medeniyet yolculuğu mu başlatmalıyız? 

Ha yazıma başlarken, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik v.b durumu bilerek, bu yazıyı kaleme aldığımı söylemek isterim. Şimdi başlayalım.

TAKLİTÇİLİK

Taklitçiliğin sözlük anlamına baktım: “Bir şeyin gerçeğini araştırmayıp sâdece şeklinde kalan ve şekil olarak tekrarlayan (kimse), mukallit.” Tanımlaması yapılmış. Rahmetli Erbakan, bu tiplere meydan okur, “Erkekseniz, yiğitseniz gelen tartışalım derdi ya!” Biz de aynısını söylüyoruz bu tiplere gelin konuşalım. Taklitçilikle insan veya milletler bir yere varamazlar. Bunun yerini kendisi gibi olup, aklına rücu etmeli yani Anadolu İrfanına dönüp, kendi medeniyetini kurmalı.

Bir konuya daha açıklık getirme gereği duydum. Batılılarla ve Doğulularla ilişki kurmayalım diyemem zaten yanlış olur. Global dünya içinde elbette her milletle iş birliği yapabiliriz ama bunu yaparken, kendi kültürümüze örf, adet ve geleneklerimizden uzaklaşmamak gerekmektedir.

Bir örnek vereyim: “Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır.

Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde mütehassıs olması mümkün müdür? Hastanın, kendisini ameliyat edecek bir operatör doktora ihtiyacı vardır. Kalbinden rahatsız bir operatör doktorun da gönüllerdeki pası silen bir kalp mütehassısına ihtiyacı vardır.

Doktorlar ilaç imal etmez. Kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. İlim müminin yitiğidir dediğimize göre ilimde, teknolojide arayışlarımız ve ortaklıklarımız olabilir. Bunu da burada vurgulamak istedim.

BATILI TAKLİT YA DA ANADOLU İRFANI

Bizim kökümüz, kültürümüz, adetlerimiz, inancımız, değerlerimiz ortada, kökle ve kadim bir medeniyetin çocuklarıyız. Yönümüzü ne batıya döneceğiz ne de doğuyu. Şu anda ki durumumuz da ortada, bir ayağımız batıda, bir ayağımız doğuya dönecek gibi. Doğu Türkistan’a karşı duruşumuz bunun en net göstergesi olmuştur.

Peki Anadolu İrfanı temelli bir medeniyet kuracaksak ki benim iddiam o ki bu medeniyet Takva Medeniyeti olmalı, bunun için insana yatırım yapmak gerekiyor. Sadece aklı ölçü alıp, kalbi(maneviyatı) bir tarafa terk edersek o medeniyeti yakalayamayız. Selçuklu ve Osmanlı bunu başardı, nasıl? Allah’ın ipine sım sıkı sarılarak tabi ki!

Bunun için ilime önem vereceğiz, gençlerimiz bakın sınava girdi, biz neyi ölçü aldık? Bilgisini; oysa bilgisini değil davranışlarını ölçü almalıydık. Bir kardeşim o yazımdan sonra şöyle bir mesaj paylaşmış; bununla bitireyim: “Müslümanların iki asırlık meselesi, bilmek-kılmak-olmak arasındaki yani ilim-amel- irfan arasındaki zincirin kopmasıdır.

Bugün maalesef insanın kendisi de çevresi de "mevzu" haline geldikçe "bilmek" çoğalıyor ama kılmak ve hele olmak azalıyor. Bilgili olanlar pek onun gereğini yapmıyor!”

Sezai Karakoç ne buyurmuştu? “Medeniyeti, medeniyet yapan dindir” Biz özümüze yani dinimizi yönelme durumundayız….

Kalın sağlıcakla.