Allah'ın yeryüzünde yarattığı mahlukata baktığımızda, ne kadar çok sayıda ve değişik şekilde varlık yaratmış olduğunu, her birini ayrı bir şekil, ölçü ve biçimde yarattığını, her birinin yaratılış tarzı, yaşam şekli, ölümü ve yerinin ne kadar farklı olduğunu görüyoruz…

Belediyenin cenaze hizmetleri bölümüne zaman zaman bakıyorum, vefat edenler içinde tanıdıklar var mı? Olursa, taziyeye gidiyoruz.

Bazen şehitler oluyor, onlara dua ediyoruz. Tabi hem üzülüyor hem de onlara imreniyoruz. Çünkü, Allah yolunda ölenler için ölü demeyin ayeti vardı. Peki şehitler ölmüyorsa neredeler? Bu sorunun cevabını ararken, Bediüzzaman’ın Mektubatı elime geçti.

Harika bir açıklama var, bu nedenle sizlerle paylaşayım istedim.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri ayet ve hadisler ışığında bu hayat türlerini ve tabakalarını şöyle izah ediyor.(Tabi bundan önce üç hayat tabakasından daha bahsediyor, bunları da bir başka yazımda yazayım, çünkü Hızır(as), Hz. İsa(as) gibi peygamberlerin de tabakalarda yaşam sürdürdüklerini öğreniyoruz)

DÖRDÜNCÜ TABAKA

"Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’ân’la, şühedanın, ehl i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır."

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın.”(Âl-i imrân, 3/169)

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154)

"Onlar fâni hayatı terk ederek ebedi bir hayata ermişlerdir. Kendilerine tahsis edilen yüksek makamlarda merzuk(Allah tarafından rızık verilmiş) olmaktadırlar. Yerler, içerler, gezerler, dünyadaki hayatın kat kat fevkinde gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmedik bir hayat yaşarlar. Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ onlara nasıl bir hayat bahşetmiştir."

"Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz zahmetsiz bir hayatı, âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez."

AÇALIM

"Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. 'Ben uyansam şu lezzet kaçacak.' diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş."

"Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir." (Kaynak Mektubat, Birinci Mektub)

Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder…

Demek ki, şehitlik yüce bir mertebe, birde ölüm insanı heryerde gelip bulur, bunu da unutmamak gerek. Kalın sağlıcakla.