Yaklaşık üç yıl önce okuduğum bir kitabın ismiydi “ Sivil İşgal Güçleri” . Önceki günde bir gurup dost tarafından organize edilen ve Kahramanmaraş’ın Kurtuluşu konulu bir sohpet ortamı hazırlanmıştı, yol arkadaşım Yazar İbrahim Gülsu’nun davetine icabet ettik, konu eğitim olmasına rağmen, sorular gündemden geldi…

Önce Gülsu kardeşim, Bayrak Gazetesinin son sayısında yayınlanan kendisine ait“Sivil İşgal Güçleri” başlıklı makelesini okudu ve yorumladı. O’na göre Çanakkale’de savaş meydanında kazandığımız zaferi, süsleyememiştik. Yani bir Japonya ve Almanya gibi kalkınma sürecimizi tamamlayamamıştık ve bunun sebeplerinin de ülkemizdeki etkin güçler ve tabi ki, küresel sermaya yani Soros’un çocuklarıydı. Dikkatle dinlendi ancak, biraz açması gerektiğini önerdim. Örneğin, Dünya Bankası, IMF, Dünya Sağlık Örgütü, Medya ve sinema, GDO(Genetiği değiştirilmiş tohumlar) konusuna girmesi gerektiğini önerdim.

Kendisi yeşil paranın babalarını anlattı. Siyonizmin dünya ülkeleri üzerinde oynadığı siyasi projelerine değindi. ABD başkanlarından Kenedi’nin Doları millileştirmek istediğinde öldürülmesini hatırlattı. Diğer ülkelerde de benzer siyasi oyunlar oynadıklarını, darbelerin arkasında da bunların bulunduğunu söyledi.

Çözüm nedir sorusuna ise: “Tüm vatandaşları bilinçlendirerek, milli bir duruş sergilemekten başka çaremiz olmadığını söyledi.”

CEHALET HASTALIĞIMIZI KULLANIYORLAR

Tabi dostlar kısa kısa değerlendirmeler yaptı, sıra bize geldiğinde ise adından çokça söz ettiğimiz Sivil İşgal Güçlerinin nasıl çalıştığını anlattım ve onların elindeki kozların mutlaka alınması gerektiği üzerinde durdum.

Bu güçler, paranın başında oturdukları için bankayı, yeşil parayı, çek ve altın gibi değerli madenleri kullanarak, hepimizin cebinde bulunan kredi kartlarını kullanıp, bizim emeğimizi oturdukları yerden satın alıyorlar.

Ülke olarak, bütün ülke paralarının kontrol edilmesi adına, altın, gümüş gibi paralara dönülmesi gerektiğini, sanal paranın da onların oyunu olduğunu özetle vurguladık.

Tabi bizim gibi ülkeler, üretmiyor. Üretmediği gibi tam bir tüketim çılgınlığı yaparak onların ekmeğine yağ sürüyoruz. Bu da unutulmaması gereken önemli hususlardan birtanesi…

Yana cehalet hastalığımızı mutlaka yenmemiz gerekiyor.

HAK BATIL MÜCADELESİ HEP OLDU

Peki bu nasıl yapılacak? Elbette okuyarak, araştırarak, ilmimizle amel ederek. Şöyle ki: “ Dünyada hak ile batılı savunan iki kısım insan hep olmuştur. Hakkı savunanlar adalet derken, batılı savunanlar güçlü biziz, her istediğimizi yaparız diyorlar.”

Peki biz Müslümanlar hakkı yani adaleti savunuyorsak, nasıl bir duruş sergilememiz gerekiyor. Birincisi ve en önemlisi Kur’anı yeniden anlamalı, yeniden Müslüman olmalıyız. Yani tam bir Kur’an Müslümanı olacağız. Yani sadece namaz kılmak, oruç tutmak değil söylediğim. Tam Kur’an Müslümanı bir insan öncelikle güvenilir olmalı. Üretmeli, araştırmalı, analitik düşünmeli, çok çok okumalı, ilim ehli olmalı ya da onları desteklemelidir…

Yani önce kendimizden başlamalıyız düzeltmeye. Çünkü kendisi yamuk yumuk olan bir insan tipi, başkalarına model olamaz.

En iyi öğretmen, en üretken sanayici, en dürüst esnaf, en çalışkan öğrenci v.b

Zaten ayet ve hadisler bize  iyiliği emredin, kötülükten vazgeçin demiyor mu? Diyor da dinleyen yok. Bakın adliyeler ve hastaneler dolmuş. Sosyal olaylarda patlama var v.b O halde sivil işgal güçlerine ne diyoruz ki? Biz onlara merdiven oluyoruz. Hadi gelin faizden vazgeçelim. Vazgeçebiliyorsan konuşmaya hakkın var, yoksa ne olacak bu bizim halimiz deme. Sivil işgal güçlerine de sitem edip, kendi nefsini koruma…

Benim söyleyeceğim bu kadar.

Hadi kalın sağlıcakla.