Bir seminere katılmıştım, arkadaşlara mesleğimizin inceliklerini anlatırken, içlerinden birisi “Hocam herkes öğretmen olamaz, olmamalı çünkü bu meslek gerçekten kutsal, gerçekten sabir isteyen bir meslek! Öğretmenleri diğer mesleklerden ayıran en önemli özelliği de amaçları sadece belirli bir konuyu ya da dersi anlatmak değil, tam olarak hayatı öğretmek…” deyince, görüşlerine katıldığımı ifade ederek, bu konuda mutlaka bir yazı yazacağımı söz vermiştim.

Aradan 24 Kasım Öğretmenler Günü geçti, aynı arkadaş telefonla arayarak, sözümde durmamı ve yazılarımı takip ettiğini belirtip “bekliyorum” dedi ve bu konuda bir yazı yazmak da kaçınılmaz oldu. 

Kendisi de bir öğretmen olan Yazar D. Ali Taşçı bu bağlamda kaleme aldığı bir yazısında şöyle demişti:

Geçen hafta kendisi de bir öğretmen emeklisi olan Yazar A. Taşçı der ki; “ Öğretmenlik mesleğini özlüyorum. Zaman geçtikçe insanın içinde çocuklar adeta demleniyor ve tatlanıyor. Bu meslek, kalbinde sevgi, bilgi ve irfan barındırmayan insanların işi değildir…” sözü beni etkiledi.

Eyvallah!

İşte size sözün bittiği yer.

Peki neden? Açayım.

Öğretmenlik mesleğini seçen arkadaşlarımız arasında bu mesleği isteyerek seçmediğini, üniversite sınavları sonunda yaptığı tercihler sonunda Eğitim Fakültesi gelince, ister istemez öğretmen olduklarını, istemeyerek görevi başladığını söyleyenler olduğunu biliyorum.

Doğrudur, zorunlu kalmıştır, bir maaşa bağlanmak istemiştir ancak mesleği sevmediği içinde çocuklara faydalı olamamıştır. Çünkü bir insan mesleğini sevmiyorsa, başarılı olamaz…

           

ÖĞRETMENLİK SEVİLMEDEN YAPILMAZ

Bugün Türkiye’nin en önemli sorunu eğitimdir. Eğitimin düzelebilmesi için öğretmenlerin çok iyi yetiştirilmesi gerekmektedir. En başta kendi medeniyetlerini bilen, özümseyen; okuyan, araştıran, ön yargıdan uzak ve insan aşkıyla dolu, evrensel düşünebilen  aynı zamanda inanmış, ülküsü olan öğretmenlere büyük ihtiyaç vardır. Yoksa çocukları dizer önüne ve onların ruh dünyalarını yerle bir ederek geleceğe zehir eker!

Bu konuda da hatıralarım var, “ benim geleceğimi karartan öğretmenimdi!” diyenleri de biliyorum. Ancak öğretmen arkadaşlarımızın çoğunluğu mesleğini severek yaparlar ve herbiri fedakarlık kahramanlarıdır.

Bu görüşten yola çıkarak derim ki, öğretmen olmayı düşünen çocuklarımız sadece üniversite sınavı ile seçilmemeli, bir de sözlü sınav yapılarak, onların neden Eğitim Fakültesini seçtikleri, sabır ve sevgilerinin yanında güvenirlikleri ölçülmeli, ruh sağlığı testinden geçirilmeli.

DEDİM YA

Büyük İskender’in öğretmenlikle ilgili, “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam beni yerden göğe yükseltti” şeklinde bir sözü vardır. Düşünene büyük söz! Neden?

İnsanlar doğdukları andan itibaren bir şeyler öğrenmeye başlar ve bu öğrenme hayatın sonuna dek sürer. Çocuklar belirli bir yaşa geldiklerinde okula başlarlar ve onları öğretmenlerimize emanet ederiz. Öyle ki öğretmenler; bir zaman sonra çocukların ikinci anne ve babası haline gelir.  Bunun için öğretmenin, öncelikle kendini değerli görmesi, kendisini özgürce var olmaya adaması gerekiyor. Öğretmenliği içinde yaşadığı toplum ve insanlık için kutsal bir dava olarak görmeli. İdealizm gerektiriyor.

Öğretmenlik ‘aşk’ ile yapılabilir. Öğretmen olabilmek için hem eğitimin genel çerçevesini, hem de bizzat görev yapılan yerin çerçevesini bilmek gerekiyor.

Bunun için de öğretmenliğin sadece bir meslek olarak görülmemesi gerekiyor. Bizim için öğretmenlik bir yaşam biçimidir. Çünkü öğretmenlik çok yönlülük gerektiren bir meslek. 

Her zaman söylerim, dünyaya bir daha gelsem yine sınıf öğretmeni olurdum, devlet de müsaade etse ölene kadar öğretmenliği sürdürürdüm…

Peki kalın sağlıcakla.