Aile kavramının önemine her fırsatta değiniyorum. Çocuklar için aile algısı ‘dört duvar’ olmaktan çıkmalı ve ‘saray’a dönüşmelidir. Her çocuk huzurlu ve mutlu olmayı hak eder. Çocukları ruhsal yönden olduğu gibi kabul etmek, saygılı davranmak ilerde çocuk için büyük bir anlam taşıyacaktır. Çocukları hırçın ve öfkeli bile olsa her halleriyle kabul etmek, dinlemek, anlayış göstermek, duygu durumlarına ve ihtiyaçlarına saygılı olmak büyük bir erdemdir. Çocuklara aile içinde yeterli güven sağlandığında kendilerini daha iyi ifade etmekte ve iletişim sorunları yaşamadan problemlerine çözüm üretebilmektedirler. Kendiyle barışık anne ve babalar bunu çocuklarına da yansıtmaktadırlar. Ebeveynlerin beden dilleriyle,  bunu evlatlarına hissettirmeleri şart. Konuyla ilgili bize değerli fikirlerini paylaşan Sosyolog ve Yazar Neslihan Karayılan bu konuda şu görüşleri paylaşıyor: ‘ Hepimiz dünyaya bir bütün halinde ama çaresiz ve korkularla gözümüzü açarız. ''Ben kimim, bunlar bana ne yapacaklar? Korkusuyla... Çünkü etrafımızda güçlü yetişkinler vardır ve biz onları tanımıyoruzdur. Bu çaresizlik duygusu çocukluk dönemi boyunca devam ederken Anne ve Babamız bizleri bir yaşına kadar olduğumuz gibi kabul eder ve olduğumuz gibi severler. Bir yaşından sonra dış kaynaklı yüklemeler başlar, "uslu durdun, masayı topladın, dersini yaptın (aferin, seni seviyoruz)" gibi... Anne ve Babamız farkında olmadan "hayalindeki çocuğu" yaratmaya çalışır, çocuğu şekillendirir ama çocuğu bastırdığını ve baskıladığını bilemez ve göremez.  Bastırılan çocuk, Anne ve Babanın onayını almak için yaşamaya başlar. İşte tüm bu sürecin devamında çocukta ''değersizlik'' duygusunun yüklenmesine ve yaşanmasına neden olur. ''Değersizlik'' duygusu verilerek yetiştirilmiş çocuk, ergenlik döneminde yaratılan bu boşluğu doldurmak için madde bağımlılığı, teknoloji bağımlılığı gibi acı olayların kucağına düşer. Veya yetişkin olduklarında para, mal, mülk, statü, başarı gibi parametrelere sahip olmak adına didinir durur. Çünkü bu olgulara sahip olduğunda daha çok değer göreceğini ve sevileceğini düşünür. Yani dışa bağlı (dış kaynaklı) mutluluklar yaratma çabası içine girer. Çünkü gerçek sevginin ve değer duygusunun dış kaynaklı değil, içten beslenmesi ve büyütülmesi gerektiğini bilmiyordur, öğretilmemiş öğrenememiştir. Velhasıl bir Sosyolog olarak değil, her şeyden öte bir İnsan, bir Anne olarak çocuklarınıza bu kötülüğü yapmayın! Onlara önemli ve başarılı olmayı değil, değerli ve mutlu olmayı öğretin. Değerli ve mutlu olmayı öğrenme yolunda ilerleyen çocukların var olduğu o yollarda buluşalım.’ Okuyucumuz soruyor: ‘Uyuşturucu madde bağımlılığı nedir? Etkileri nelerdir? ‘ diye. Madde bağımlılığı, vücudun işlevlerini olumsuz yönde etkileyen maddelerin kullanılması, bundan dolayı zarar görüldüğü hâlde bu maddelerin kullanımının bırakılamamasıdır. Bağımlı, madde kullanımına ara verdiğinde yoksunluk belirtileri yaşar. Zamanla madde kullanım sıklığını ve dozunu artırır. Aşağıdakilerden sadece 3'ünün 12 aylık bir süre içerisinde görüldüğü kişi bağımlıdır. Kullanılan madde miktarının sorunlara rağmen giderek artırılması. Bırakma çabalarının boşa çıkması. Maddeyi sağlamak, kullanmak veya bırakmak için çok fazla zaman harcanması. Sosyal, mesleki ve kişisel etkinliklerin azaltılması veya bırakılması. Uyuşturucu olarak kullanılan maddelerin kimyasal yapıları birbirinden farklıdır. Kullanıldıklarında merkezi sinir sisteminin farklı bölümlerini etkileyerek fiziksel ve psikolojik tahribata yol açarlar. Uyuşturucu maddelerin hiçbir güvenli kullanım şekli yoktur. Kullanan herkes için bağımlı olma riski eşittir. Hücrelerimiz vücuda giren her maddeyi tanır ve bir daha unutmamak üzere hafızasına alır. Hücresel öğrenme süreci denen bu durum herkes için geçerlidir. Aklı ve iradeyi işlemez hale getirir. Kişiyi normal yaşam ve davranışlarından uzaklaştırır. Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmlarına/kanamalarına sebep olur. Tüm iç organların zarar görmesine ve buna eşlik eden bir dizi hastalığa neden olur. Zehirlenmelere ve bu yolla gelen ölümlere sebep olur. Uyuşturucular, bireyin çevreye uyum yeteneğini azaltır. Bağımlı giderek aileden ve çevresinden kopararak, yalnızlaşır. Çoğu zaman bu tabloya ağır bunalımlar eşlik eder.   Ne yapmalı? Eğer kişi maddenin etkisi altında ise onunla bu durumda konuşmanın yararı olmaz. Kendinizi hazır hissetmeden onunla konuşmayın. Açık, samimi ve inandırıcı olun, öğüt vermeyin. Genellemeler yapmaktan kaçının. Korkularınıza dayanarak konuşmayın. Onu etiketlemekten kaçının, çünkü “kullanıcı olarak” etiketlenen kişiye yaklaşmak çok zordur. Önyargılarınızın farkına varın (“Bunlar iflah olmaz”), böylece yanlış iletişim kurma olasılığını azaltırsınız. Kendinizi onun yerine koymayı deneyerek onun düşünce, yaşantı ve korkularını anlamaya çalışın. Uzman yardımı alması için samimi bir yaklaşımla onu ikna edin. Ne yapmamalı? Kabullenmeme-İnkâr: “Yok, benim çocuğum asla kullanmaz.” Kendini ve eşini suçlama: “Bu çocuk senin yüzünden böyle oldu.” “Biz iyi anne-baba olamadık.” Hayal kırıklığı, çaresizlik duygusu: “Ben seni bunun için mi yetiştirdim?” “Her şey bitti, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.” Öfke: “Benim böyle bir çocuğum olamaz!” Çocuğu suçlama ve aşağılama: “Senden hiçbir şey olmaz.” Uç kararlar alma: “Okul hayatın bitti.”