Keramet göstermek, erişmek, erenlerin arasına katılmak önemli bir manevi mertebe olsa gerek. Ne mutlu o mertebeye ulaşanlara…

İsterseniz kendinde keramet arayan bir arkadaşımın kısa, biraz da düşündürücü hikayesini paylaşım sonra da konuya girelim. Hikâye özetle şöyle: “Bir arkadaşım kendisinde bir an farklı düşünceler oluştuğu için, zahitler sınıfına girdiğini düşünür, kendine göre erenlere ulaştığını zanneder; bu arada huşu ile namaz kılmaktadır, o an elinin üzerine bir arı konar. İnsan bu ya aslında arı sokmasın diye tepki verip, silkmesi gerekirken, şöyle düşünür: “Ben nasıl olsa artık ermiş bir insanım, bu arı beni sokmaz, soksa bile makamımı ölçmüş olurum, bir halt olmadığımı anlamış olurum!” der.

Ancak arı arıdır, yılan da yılandır. Her canlı fıtratının gereğini yapar ve arı hocamızı sokar, o anda acıdan havalara hoplar, çünkü yabanı arıdır sokan hayvan. Hani eşek arası deriz ya, o cinsten bir arı.

Tabi hocamız canının yandığına mı yansın, keramet gitti, makam belli oldu, ona mı yansın?

Hoca deyince aklınıza cami hocası gelmesin ha, bu dostumuz öğretmen ve ben de değilim. 

KERAMET GÖSTERMEK DOĞRU MU?

Konumuz keramet, hocamız keramet gösterememiş ama gösterenlerde az değil. Peki nedir keramet?

Sözlükte “iyi, ahlâklı ve cömert olmak” anlamına gelen keramet, terim olarak “Allah’ın salih, takvâ sahibi, veli kullarından zuhur eden olağan üstü hal” 

Keramet, tıpkı mucize gibi tabiat kanunlarıyla açıklanamayan olağan üstü ve sıra dışı bir olay olup mahiyeti itibariyle mucizeden farklı değildir; aralarındaki fark meydana geliş şekliyle ilgilidir.

Biliyorsunuz, mucize peygamberlerden, keramet tam olarak ona bağlı olan velilerden zuhur eder. Ancak peygamber peygamberliğini iddia eder ve bunu ispat için mucize gösterir. Gösterdiği mucize ile inanmayanlara meydan okur.

Peygamberi örnek alan veli ise velilik iddiasında bulunmadığı gibi kimseye meydan da okumaz. Birinde mucizenin izharı, diğerinde kerametin zuhuru söz konusudur. Mucize gibi kerametin de yaratıcısı ve hakiki sahibi Allah’tır.

Sûfîler kerameti Allah Teâlâ’nın veli kuluna bir ikramı ve lütfu olarak kabul etmişler, Allah’ın kendisine itaat eden ve O’na yaklaşmaya çalışan velilere bunu ihsan edeceğini söylemişlerdir. İlâhî bir lütuf olmakla beraber keramete mazhar olan bir veli kendisinden böyle bir hal zuhur ettiği için bu halin bir mekr, istidrâc ve ibtilâ olmasından korkar.

Bu ihtimali dikkate alan veli kerametle denenmek istendiğini düşünerek endişe eder. Bir yandan Allah’ın lutfuna nail olduğu için O’na şükreder, daha çok bağlanır, öte yandan da bunun sorumluluğundan ve getireceği sonuçlardan kaygılanır. Bundan dolayı kendisinden zuhur eden hali ifşa etmez ve bu hal sebebiyle insanların gösterdiği teveccühün nefsini şımartabileceğini hesaba kadar.

Kaynaklarda kerametin birçok türünden bahsedilmiştir. Meselâ Sübkî yirmi beş çeşit keramet sayar (Ṭabaḳāt, II, 316; Münâvî, I, 9).

KAYNAKLARDA KERAMET

Bununla birlikte kerametler keşif ve ilhamla ilgili olanlar (bk. FİRÂSET; GAYB; İLHAM; KEŞF), insanın gücünü aşan birtakım şeylerin yapılması (az zamanda uzun mesafe almak [tayy-i mekân], havada uçmak, besin maddelerini bereketlendirmek, darda kalan birinin yardımına yetişmek, hastaları şifaya kavuşturmak vb.), meleklerin görülmesi veya seslerinin işitilmesi şeklinde üç gruba ayrılabilir.(Kay. İsl.Ans)

Şu su üstünde yürüyerek keramet gösteren çobanın hikayesi meşhurdur. Birde Musa(as) ile başka çobanın hikayesi vardır. Çoban, öyle bir dua etmiş ki, Musa(as), Çoban’ın çok samimi olarak Cenabı Allah(cc) konuşur gibi duasına kızmış. Tabi Musa az sonra ikaz almıştır.

Konuyu şöyle bağlayalım, insanların maddi mertebeler peşinde koştuğu şu zaman diliminde, manevi bir mertebeye ulaşması oldukça zor olsa gerek. Ancak imkânsız da değildir.

Rabbim kendisine keramet verilen kullarından eyler inşallah. Hocamız da, umutsuz olmasın bir gün inşallah kendisi de keramet ehli olabilirler…

Kalın sağlıcakla.