Kadın;

Kimilerine göre kutsaldı, korunmalıydı.

Kimilerine göre namustu, saklanmalıydı.

Kimilerine göre eksikti, kendine sığınmalıydı.

Kimilerine göre şeytandı, taşlanmalıydı.

Kız çocuğuydu,

Anaydı, bacıydı, Eşti…

Ve kadın; ürettiğinin, emeğinin ücretlendirilmesini istediği gün, kadınlığını örten, gizleyen bütün rolleri tırnaklarıyla kazıyarak; eşti, geçti.

İşte o gün kadın, sadece erkeklere ait olduğu sanılan dünyada ‘Kadın, insan’ sıfatını aldı.

İnsan evden çıktığında; hem beyni, hem de bedeni daha çok çalışmak zorunda kalır.

İletişimden bağımsız olarak, öncelikle savunma mekanizması harekete geçer.

Köy yaşamında iş birliği varken; kadın, erkeklerle tarlada birlikte çalışır.

Köy dünyası homojendir.

Aile işi yapılır ve aile bireyleri bu işbirliğinde yerini alır.

Kentleşmeyle birlikte edinilen roller yaptığınız işe göre konumlanır.

Kent yaşamında önceleri çoğunlukla erkekler okur-yazardır.

Gerek fikri, gerekse bedeni olarak erkekler üretime dahildir.

Kadınlar ise, evlenmeden önce babasının mesleğine göre, evlendikten sonra ise; eşinin mesleğine göre statü kazanır.

“Beni ne doktorlar, ne mühendisler istedi” diyen kadın, bu durumda seçici olmak konusunda haklıdır.

Çünkü evlendikten sonra eşinin mesleği ile statü kazanacaktır.

Günümüzde ise; çalışarak, üreterek, okuyarak emeği ile statü elde eden, kadınlara da rastlanır.

Peki okumak, meslek sahibi olmak yeterli midir, toplumda saygın bir birey olmaya; kadın insan ya da erkek insan olmaya?

Kuşkusuz, haklarını bilen her birey, toplumda özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiğini de bilebilir.

Beşer, günümüz insanına dönüşünceye dek çoook fırın ekmek yemiştir, daha da yiyecektir.

İnsanın mağarasından çıktığından bu yana, tarihsel gelişim öyküsü göz önüne alındığında pekte haksızlık yapmış sayılmam.

Kadında ne zaman ki; üretime katıldı ve ne zaman bir jestten fazla hediyeyi kabul etmeyip kendi ayakları üzerinde durarak, kimseye sığınmadan, kullanılmadan, yaranmadan kendi beynini kullanarak ait olduğu yeri, alnı açık, başı dik bir şekilde aldığında kadın oldu.

Ve kadın, insan oldu.

Peki, insanlık öğrenilebilir mi? Bugün bu konu pozitif ayrımcılıkla aşılmaya çalışılıyor. Politika da dahi, kotalarla kadına siyasette yer verilmeye çalışılıyor.

Aslında bu cinsiyet kotası olduğu halde, nedense biz onu hep kadın kotası olarak algılarız. Bu algı uzun bir süre daha tahtını koruyacağa da benziyor.

Ekonomik alanda ise; kadınlar, iş dünyasında yine kadınlığı ile vurularak dışlanıyor. Kadın çocuk doğurunca, iş kaybı yaratıyormuş.

Sanki kadın, bir başına ve çocuğu sadece kendine doğuruyormuş gibi.

Salt tüketimi değil, üretimi de hedefliyorsak eğer; Kadın erkekle birlikte üretime katıldığı zaman, güçlü ekonomiler olur.

Nüfus üstünlüğü olan ülkeler, emek-yoğun ekonomileriyle dünya pazarlarını zorladıkları halde kadın, iş dünyasında nasıl ayrı düşünülebilir?

Evet, “Dünya Kadınlar Günü” üretime katılan emekçi kadınların, “Eşit işe eşit ücret” taleplerine karşılık, yanarak can vermeleri çıkış noktası iken, bugün ne gariptir ki, kadınlara özel indirimlerle tüketim tetikleniyor.

Bedeller verilerek gecikmeli olarak dönüştürdüğümüz nokta ise; bugün tam olarak budur ve ironiktir.

Kalın Sağlıcakla…