Müslümanlık doğru yol demektir veya orta yol; ikisi de aynı şey. İşte bu nedenle de bütün yazılarımızda acizane önce nefsimiz için iyiliği emredip, sonra da kötülükten kaçındırmak görevimizi yerine getirmeyi çalışıyoruz. Bu her Müslümanın ana görevlerinden birisidir…

Neyse biz konumuza dönelim. Japonya Müslüman mı yoksa? Diye başlık attık ya. Neden anlatayım.

Japonya’da Maraşlı bir kardeşimiz yaşıyor. Bende Bekir Doğan’dan duydum o anlattı. Geçen yıl şehrimize geldiğinde sohpet etmişler. O da benim gibi meraklı, sormuş soruşturmuş Japon toplumunu;  dürüstler mi, çalışkanlıkları, üretkenlikleri ve tabi ki inançları v.s.

Bir örnek vermiş. Japonya’da bir çiftçi. Salatalık üretmiş tarlasında. Yol kenarında satıyor. Teraziye ve salatalıkları koymuş tarlasının yanına kendisi işinin başına dönmüş.

Gelip geçen Japonlar, salatalığı tartıyor, parasını da oraya bırakıyorlarmış. Akşama kadar bu böyle sürüyormuş…

Ben duyunca dedim: “Japonlar o zaman Müslüman!” Yani din muamele değil mi, adamların muamelesi düzgün. Tabi, inşallah bu güzel davranışlarını iman ile taçlandırırlar. Zaten, Japon toplumunda hızla Müslümanlık yayılıyormuş, bunu da bir not olarak vereyim..

TEMİZ TOPLUM DEMEKTİR MÜSLÜMANLIK

Bakın bir örnek daha vereyim. Japonya bir ada ülkesi, daha doğrusu adalar ülkesi. Bizim gibi çevre sorunları yaşanmış, sonunda çare bulmuşlar. Biliyorsunuz geri dönüşüm o ülkede % 70’e ulaşmış. Hatta A Haber muhabiri geçtiğimiz gün belediye başkanları ile söyleşi yaparken ben duydum. Tam 16 çeşit geri dönüşüm yapıyor adamlar…

Bu sabah bizde çöpleri atarken çocuklar ile aynı konuyu paylaştık. Ben yine dedim Vallahi çevre konusunda da adamlar Müslüman.

Aslında Japonlar bize örnek olmamalı, biz Japonlara örnek olmalıyız değil mi? Çünkü, Müslümanlığın özü temizlik ve düzendir.

Ama nerede, o halde Müslümanlığımızı sorgulamalıyız.

MÜSLÜMANLIĞI DEĞİL, MÜSLÜMANLIĞIMIZI SORGULAMALIYIZ.

Evet sizlere de bir şey diyemiyorum, çünkü bizi bizden uzaklaştırdılar; ancak bizim de suçumuz yok mu?

Kur’an duvarlarda asılı açıp okumuyoruz.

Olmadı mealini ve tefsirini okuyabiliriz.

Ama herşeyi okuyoruz da, yüce kitabımızı mahsun bırakıyoruz. Böyle olunca da, çevre sorunu da çıkıyor, üretim sorunu da.

Yani ilk emri ‘oku’ olan bir dinin mensuplarına cehalet yakışmıyor.

İbrahim Gülsu hocam, yol arkadaşımdır. Geçen gün ‘Kozmik Oda’ kitabını okumuş bana gavurların oyun ve projelerini anlattı, dinledim.

Sonra döndüm kendisine hocam Kozmik Oda’dan önce Kur’an-ı Kerim’i okumak gerek. Çünkü Kur’anı biz okusaydık, o alavere-dalavere yapanların oyunlarına düşmezdik.

Basiret olmayıncı, cehalet de oluyor, terörde, tembellik de…

Şunu söylemek istiyorum, galiba biz bir yerde hata yapıyoruz. Çünkü bütün sosyal hastalıklar bizim bedenimizde yaşam buluyor.

Dikkat buyurun, sağlıklı bedenlerde hastalık yaşayamaz.

Gelin önce bir teşhis yapalım, biz nerede hata yaptık, sonra tahlil ve sonra ilaçlarımızı arayalım. Aslında aradığımız hemen başımızın üstündeki duvarda asılı ama biz farkında değiliz.

Dikkat buyurun, uyandığımızda fırtına ve deprem olmasın.

Soruyorum, Müslüman bir toplumda bu kadar hastane ve hapishane olur mu? Terör, trafik kazası, tembellik, cehalet, bölünme olur mu?

Peki nedenleri nedir?

Cevap bekliyorum.

Kalın sağlıcıkla.