Enflasyon… Fiyat artışı… Hayat pahalılığı… Bunlar farklı gibi görünen, anlamları aynı ifadelerdir.

Dünyada enflasyonun yoğun hissedildiği ülkelerden biri Türkiye…
Nisan ayındaki artışla birlikte yıllık enflasyon % 69.80 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu yılın ilk enflasyon bilgilendirme toplantısında Merkez Bankası Başkanı tarafından 2024 yılsonu tahmini %36 olarak açıklanarak, enflasyonun tek haneye inmesi (%9 seviyelerine) için 2026 yılı işaret edilmişti.
Birkaç gün önce de Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yıllık enflasyon rakamının Mayıs ayında tepe noktaya ulaştıktan sonra keskin bir şekilde düşmesini öngördüklerini, böylelikle enflasyonla mücadelede geçiş döneminin sonlanarak dezenflasyon sürecine girileceğini ifade etti.
Enflasyon- Dezenflasyon nedir? Son günlerin cevabı en çok merak edilen soruları… Ekonomi ve finans dünyası bu kadar karmaşıklaşmışken insanlar doğal olarak neler olduğunu anlamaya çalışıyor.
Enflasyon, mal hizmetlerin fiyatlarının sürekli olarak yükseldiği bir ekonomik durumdur. Bu durum uzun vadede alım gücünün azalmasına, gelir dağılımındaki eşitsizliğin artmasına ve ekonomik büyümeye zarar vererek sürdürülebilir kalkınmayı engellemektedir.
Fiyatlar neden artar? Dediğimizde öncelikle arz ve talep arasındaki ilişkiyi anlamak gerekir. Firmalar mal-hizmet üretir ve bunu satmaya çalışırlar. Üretilen bu ürünler piyasanın arzıdır. Ekonominin talep kısmını da bu ürünleri satın almak isteyenler oluşturur. Piyasada insanların talep ettiğinden daha fazla ürün ya da hizmet varsa fiyatlar düşme eğilimindedir. Eğer piyasada talep aşırı ise arz ve talep arasında uyumsuzluk meydana gelir. Arz ve talep dengesinin sağlanması için fiyatlar artar. Fiyatlar artınca enflasyon meydana gelir. Başka bir ifadeyle cebinizde eskisi kadar paranız varsa bile eskisi kadar alışveriş yapamazsınız.
Peki, hayat pahalılığının nedeni olan, arz ve talep arasındaki bu dengesizlik nasıl oluşur? Birincisi talepteki artış buna talep enflasyonu denir. Ekonomide üretilen mal ve hizmetlere yönelik talep, ekonominin üretim kapasitesinden daha hızlı artıyorsa fiyatlar yükselir. Bu duruma en güzel örneklerden biri pandemi günleri, ikincisi 6 Şubat Kahramanmaraş depremi verilebilir. Pandemide insanlar evlerine kapandı para harcaması azaldı. Uluslararası tedarik zinciri altüst oldu. Dünya ülkelerinde insanlar daha önce aldıkları bir ürünü bulmakta sıkıntılar yaşadı, temel ihtiyaç ürünlerini satın almak istediklerinde boş raflarla yüzleştiler.  Yani talep yüksek, arz sınırlıydı. Bu durumda fiyatların yükselmesi ve buna paralel enflasyon kaçınılmazdır.
Kahramanmaraş depremiyle birlikte ilk günlerde yerelde üretim tamamen durdu. Ticarette arz sıkıntısı yaşandı. Bu durum bölgesel manada ve Türkiye’de tedarik azalmasına yol açtı. Deprem sonrası yeniden yapılanma çalışmaları, inşaat malzemeleri ve işgücünün talebini arttırdı. Yine yerelde halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için geçici bir talep artışı yaşandı. Deprem nedeniyle oluşan talep artışları ve artan fiyatlar geçicidir.
Para arzındaki artışlar, fiyatların yükselmesine neden olabilir. Daha fazla para, tüketicilerin harcama gücünü arttırabilir ve bu da talebi artmasına dolayısıyla fiyatların yükselmesine neden olur.  
İkincisi maliyet enflasyonudur. Yüksek işçilik maliyetleri, hammadde fiyatlarının artması ve yetersiz tedarik sorunu nedeniyle ürün ya da hizmet bedeli artar. Fahiş fiyatların kol gezdiği, herkesin kafasına göre haftalık fiyat artışı yaptığı günlerdeyiz. Firma sahipleri hammadde ve işçilik maliyetlerinin artışından yakınmaktadır. Fakat görünen; Maliyetlerin artık bir enflasyon sebebi olmaktan çıkmış olmasıdır! Harcamak “istediğimiz” parayı müşteriden talep ediyoruz. Ürünün gerçek fiyatını değil…
Sonuncusu ise kalıcı enflasyondur. İnsanların yüz yüze kaldığı enflasyonun gelecekte devam edeceği beklentisiyle mevcut durumlarını aynen sürdürebilmek için ücretlerini ya da sattıkları mal/hizmetten elde ettikleri bedelleri bekledikleri enflasyona göre arttırmaya yönelmeleriyle ortaya çıkıyor. Örneğin, yükselen fiyatlar karşısında çalışanlar maaş artışı talep ederler. Çünkü satın alma kapasitesi giderek düşmektedir. Buna karşılık maaşlarda yapılan artış enflasyonda ikinci tur bir etki oluşturur ve tüm fiyatların yeniden artmasına neden olur. Tam olarak kısır bir döngü…
Şimdi, enflasyondan dezenflasyona doğru bir geçiş sürecindeyiz. Enflasyondan dezenflasyona doğru bu geçiş süreci, ekonomilerin sağlığı ve istikrarı için bir fırsat niteliğindedir. Ancak bu sürecin dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek için kararlılıkla hareket etmeli ve uzun vadeli çözümlere odaklanmalıyız.
Dezenflasyon, genel fiyat seviyelerindeki artış hızının yavaşladığı veya durduğu bir ekonomik durumu ifade etmektedir. Enflasyonun tersine, dezenflasyon sürecinde fiyatalar genellikle artmaya devam eder, ancak artış hızı düşer veya istikrar kazanır.
Dezenflasyon süreci, ekonomideki enflasyonu kontrol etmeyi veya düşürmeyi amaçlayan çeşitli ekonomik politika araçlarını içerir. Bunlar;
Merkez bankaları, enflasyonu kontrol etmek veya düşürmek için para politikasını uygularlar. Faiz oranlarını artırarak para arzını azaltabilirler. Bu, tüketici harcamalarını ve kredi kullanımını azaltarak enflasyonu kontrol altına alabilir.
Hükümetler, harcamaları azaltarak veya vergileri artırarak talebi azaltabilir. Bu da enflasyonu kontrol etmeye yardımcı olabilir.
Hükümetler, belirli mal ve hizmetlerin fiyatlarını düzenleyerek aşırı fiyat artışlarını engelleyebilirler. Ancak bu genellikle uzun vadeli bir çözüm değildir ve yan etkilere yol açabilir.
Hükümetler, üretimi artırmak için teşvikler ve destekler sağlayabilirler. Bu, arzı artırarak fiyatları aşağı çekebilir.
Hükümetler, rekabeti artırmak için çeşitli sektörlerde düzenlemeler yapabilirler. Daha fazla rekabet, fiyat artışlarını kontrol etmeye yardımcı olabilir.
Hükümetler, ithalat vergileri gibi politikalarla dış ticareti düzenleyebilirler. Bu, ithalatın yerel talebi azaltarak enflasyonu kontrol altına alabilir.
Özetle enflasyon şu anda hayatımıza büyük oranda etki ediyor. Bu nedenle dileğimiz, Mayıs ayının, enflasyonun düşme eğilimine girmesi anlamında bir MİLAT olmasıdır.
Geçtiğimiz Eylül ayının ilk günlerinde açıklanan Orta Vadeli Program’a göre hükümetin önümüzdeki üç yıl için dört temel hedefi; afet yaralarının sarılması, enflasyonun tek haneye düşürülmesi, yatırım, istihdam, üretim ve ihracat perspektifinde büyüme ve istihdamın devam ettirilmesi ve sosyal adalet ve refahın güçlendirilmesi olarak açıklanmıştı.
Orta Vadeli Programın başarılı olabilmesindeki için programa güven önemli! Hem ülkemizdeki ve dünyadaki ekonomi aktörlerinin, hem de Türkiye vatandaşlarının…
Devam edecek…