Toplumsal barış ve dayanışmayı hedefleyen bir anlayışla, ulusal çıkarları ve ortak değerleri ön plana çıkararak; kişisel, partisel ve siyasal kazançları bir kenara bırakıp insanlık değerlerini öne çıkaramaz mıyız?

Ülkenin tüm kurumları; sağdan sola, her türlü düşünce akımı, halk hareketleri, ekonomistler, iktisatçılar ve sosyologlar çok önemli bir sınavla karşı karşıya: Geleceğe hazırlıklı olmak.

Gerek bölge ülkelerinin koşulları, gerekse Türkiye’nin yaşadığı tecrübeler ve ulaştığı gelişmişlik seviyesi artık yalnızca güzel sözlerle ve kısa vadeli çözümlerle ilerlemeye izin vermemektedir. Bundan sonra başarı; ancak uzun vadeli, köklü yaklaşımlarla, çok düşünülerek ve çok çalışılarak mümkün olacaktır. Aksi takdirde ekonomimizi ve enerjimizi boşa harcamış oluruz.

Toplumun tüm alanlarını kapsayıcı bir tavır geliştirmesi gerekirken, düşünce akımlarını sonraya bırakıp sadece kurumların durumuna odaklanırsak eksik kalırız.

Sivil toplum kuruluşları ve işçi sendikaları 1 Mayıs’ta yine İşçi Bayramı'nı kutlayacak. Her yıl olduğu gibi bu yıl da “mutlaka Taksim’de kutlanmalı” ısrarı hem sendikaları hem de hükümeti gereksiz bir gerginliğe sokabilir. Ülke bu kadar ekonomik sorunla boğuşurken, bu tür inatlaşmalar kimseye fayda sağlamayacaktır.

Aynı işçi kuruluşlarının bu anlayışla sınırlı kalması ise ne kendi üyelerine ne de topluma katkı sunar; aksine başarısızlığa ortak olur.

Geçmişte siyaset kurumunun zayıflamasında, özellikle “sol anlayış”ın kendi eksikliklerinin payı nedir? Bu bağlamda, geçmişte iktidar ya da muhalefette bulunmuş ve kendini “demokratik” ya da “sosyal demokrat” olarak tanımlayan sol partiler kastedilmektedir.

19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla siyasi dengeler karıştı. Ardından CHP’li belediyelere kayyum atanması da gerilimi artırdı. O günden bu yana CHP Genel Başkanı Özgür Özel, mitingler ve toplantılar düzenlemekte. İmamoğlu, cezaevinden çıkana dek bu etkinliklerin süreceğini dile getiriyor.

Ülkemiz sürekli felaketlerle karşı karşıya kalmakta. 6 Şubat’ta yaşanan “asrın deprem felaketi”nin yaraları henüz sarılmamışken, alışık olmadığımız bir şekilde nisan ayında birçok ili etkileyen don olayıyla karşılaştık. Bu olay 36 ili etkiledi ve sebze, meyve, hububat üretimini, dolayısıyla ihracatı da olumsuz etkiledi.

Felaketlerin etkisi devam ederken İstanbul Silivri’de 6,2 büyüklüğünde bir deprem daha yaşandı.

Doğal afetleri önlemek mümkün değil; ancak bu afetlerden en çok zarar gören halktır. Üretimi bir kenara bırakıp tüketen bir topluma dönüştük. Enflasyonu düşürmek imkânsız değil; fakat israf ve lüks yaşam alışkanlıklarımız buna engel oluyor.

Çözüm üretimindeki yetersizlikler, sosyal demokrasi anlayışı, sosyal demokrat siyaseti işlevsiz hale getirmektedir. Bu anlayış, çoğulcu demokrasilerde başarıyla uygulanırken bizde temel özelliklerden yoksun bir hâl almıştır.

Son olarak, Türkiye’nin 40 yıldır mücadele ettiği terör sorununda yeni bir dönem başlıyor olabilir. MHP lideri bu konuda önemli bir inisiyatif alarak PKK ile bir anlaşma zemini arayışına girmiştir. Son aylarda terör örgütünün geri çekilmesiyle birlikte tansiyon düşmüş, umutlar yeniden filizlenmiştir.

İstenirse, terör gibi büyük bir sorun karşısında dahi çözüm yolları bulunabileceği görülmektedir.