Akademisyen Dr. Rıdvan Kır ile wellness ve sağlık alanlarında popüler hale gelen, farklı yöntemler ile binlerce yıldır var olan, hayatın tüm alanlarında verimi artıran "Biorezonans Teknolojileri" üzerine konuştuk. Kır, tarihin derinliklerinden bugüne kadar enerji tıbbı olarak bilinen bu alana, farklı bakış açısı getirmenin yollarını anlattı.

Tesla’nın, “Eğer evrenin sırlarını anlamak istiyorsanız; enerji, frekans ve titreşim yasalarıyla düşünün.” sözleri, enerji, frekans ve titreşimin önemini oldukça net bir şekilde ortaya koyuyor. Eski Mısır’ın bulunduğu toprakların bir diğer adı kara toprak anlamına gelen Kemet’tir. Bu topraklarda eskiden ölüm kelimesi kullanılmaz, yerine yeniden doğum anlamına gelen kelimeler kullanılırdı. Her şeyin sürekli bir dönüşüm halinde olduğuna, sürekli, döngüsel ve holografik bir matris olarak var olduğuna inanılırdı. Kâinatın ve insanın varoluşunda yapıtaşları olan 4 elementlere; hava, su, ateş ve toprağa ek olarak 5. element ruh olarak kabul edilirdi.

5. element olarak kabul edilen ruhun gücü sınırsızdır. İslam tasavvufunda letaifler olarak bilinen, Uzak Doğu felsefesinde ise, çakra olarak adlandırılan enerji merkezlerinde, ruh döngü içerisindedir, fiziksel ve eterik boyutlardan da etkilenmektedir. Daha da derine inecek olursak, son bilge olarak bilinen Mısırlı Abd’el Hakim Awyan, eski Mısır’da yaşayan insanların, 360 duyu organının bulunduğunu ve epifiz bezlerinin günümüze göre çok daha büyük olduğunu iddia etmiştir. Hatta piramitlerde ve eski yapılarda çizilmiş resimlerde timüs bezinin bulunması, piramitlerin iç dizaynının yanı sıra birbirilerine göre konumunda, insan vücudunun temsil edildiği ve epifiz bezine denk gelen konuma dini ritüel ve ayin yaptıkları yapıları inşa etmeleri şaşkınlık vericidir. Ayrıca bu piramitlerde; ses, ışık ve gezegenlerin konum almasına göre terapi odaları oluşturdukları, suyun hareketinden elektrik elde edip aydınlatmada kullandıkları ve bu odalarda frekans yardımıyla tedaviler yaptıkları da bilinmektedir.

Eski zamanlarda sadece Mısır’da değil, diğer kültürlerde de ses, titreşim ve ışık baskın şekilde kullanılmıştır. İnşa edilen tapınak ve piramitlerin akustik yapılar olduğu ve belirli bir elektromanyetik alana sahip bulunduğu, ayrıca yaydıkları frekansla insanları bedensel, zihinsel, ruhsal anlamda dengeye ulaştırdıkları günümüz bilim adamları tarafından kuvvetli hipotezlerle ortaya konmuştur. Geçmişte teknoloji ileri miydi, geri miydi sizin takdirinize bırakarak devam ediyorum.

Zamanla birlikte, Newton'un, “Varoluşun merkezi maddedir.” şeklindeki görüşünden, Einstein'ın, “Madde enerji alanının yoğun formudur.” şeklindeki görüşüne geçilmiştir.

Bununla beraber, insan vücudunun da benzer şekilde yoğunlaşmış enerji alanına sahip olan elektromanyetik bir alan olduğu gerçeği kabul edilmiştir.

Günümüzde ise, sağlıklı bir insanın ya da sağlıklı organın ayrı ayrı frekansları olduğu tespit edilmiş, çakralardaki ve organlardaki enerjiler ölçülebilir hale gelmiştir. Bu frekanslara, biorezonans cihazları ile müdahale etme imkânına kavuşulmuştur. Hatta yüksek güvenilirlikle, vücudumuzdaki parazit, mantar, virüs, bakteri gibi mikroorganizmalar benzer yöntemlerle kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Yapılan testlerde sağlıklı bir insanın sahip olduğu biyofrekansı, ortalama 62-68 MHz olarak ölçülürken, bağışıklık sistemini tehdit eden soğuk algınlığı gibi durumlarda bu frekansın 58 MHz’e kadar düştüğü, hatta kanserli hastalarda 40MHz’lere kadar da düştüğü gözlenmiştir. Hibrit tohumlarda, çürümüş/taze bitkilerde, pişmiş/çiğ sebzelerde yine bu frekanslar haliyle farklılık göstermektedir.

Japon bilim adamı Masaru Emoto’nun, insan bilincinin suya etkisiyle ilgili yapmış olduğu ve çok ses getiren çalışması da yine titreşim, frekans ve enerjinin delillerini içermektedir. Sesin özü titreşimdir. Kullandığımız her kelimenin bir anlamı, titreşimi ve frekansı vardır. Japon bilim adamının yaptığı çalışmada, suyun tabi tutulduğu enerjiyle rezonans halinde olduğu görülmektedir. Suya, “seni seviyorum” dendiğinde, suyun moleküler yapısı kristal görünüme ve büyüleyici bir forma ulaşırken, “senden nefret ediyorum” dendiğinde kristal görünümün bozulduğu görülmüştür. İnsan vücudunun dörtte üçünün su olduğunu düşünürsek, birbirimize kullandığımız kelimelerin moleküler yapımız üzerinde olumlu ve olumsuz etkilerinin olabileceğini düşünmek gerekir. Duaların sonunda eksik etmediğimiz “Amin” kelimesinin, hatta yogada ve mantralarda duyduğunuz “Aum” sesinin, eski Mısır’da kullanılan “Emon” kelimesinin frekanslarının benzerlik göstermesi dikkat çekicidir. Kendi inancımızda, namaz esnasında secdeye giderken yedi adet noktanın yere temas etmesi ve yedi çakra ilişkisi, abdest alırken suyun temas ettiği noktalarda yüzlerce biyolojik aktif noktanın olması, şifalanmak için okuduğumuz duaların matematiği ve sahip oldukları frekans bizi düşünmeye sevk etmelidir.

Malumunuz kâinat bir matematik üzerine kuruludur. Dik üçgen teoremiyle hatırladığımız Pisagor sayesinde, notaların ortaya çıkması ve klasik müzik dinletilen bitkilerin daha iyi geliştiği gibi, çalışmalar da frekans ve enerji konusunun önemini farklı vesilelerle ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, canlı ve cansız olarak nitelendirdiğimiz her şeyin aslında kendine has bir titreşimi ve yaydığı frekansı vardır. Tarihin derinliklerinden yola çıkıp bahsetmeye çalıştığımız, titreşim, frekans ve enerji kavramları günümüzde taşınabilir cihazlara kadar evrilmiştir. Yan etkisi olmayan ve faydası yüksek olan her yöntem bizim için birinci planda olmalıdır.