Sanat eserleri sosyo-kültürel bir yapı içinde meydanageldiklerine göre sosyoloji ile yakından ilgili olmalıdır. Çünkü “her sanateseri, mahiyeti icabı, imzasını taşıdığı sanatkarların şahsiyetinin de üstünde,bir harsın bir kültür çevresinin damgasını taşır. Yani sanat bir cemiyetinmüşterek duygu ve düşüncelerinin, müşterek zevkinin ifadesidir. Bu husus aynıkültür çevresindeki eserlerin bir karakter benzerliği göstermelerini izahettiği gibi, sanata kültür çevresini aksettiren bir vesika mahiyeti ve kıymetide kazanmaktadır”. Dolayısıyla bir sanat eseri meydana geldiği sosyo-kültürelçevreden ayrı düşünülemez. Böyle kabul edilecek olursa, sanat eserleriarasındaki benzerlikler, aynilikler ve farklılıkları nasıl açıklayabiliriz? Bunedenle her sanatçı, içinde yaşadığı sosyo-kültürel yapıya bağlıdır ve onunlaolan ilişkisi inkar edilemez. Öyleyse bir sanat eseri ele alınırken önce onunhangi sosyo-kültürel yapı içinde oluştuğuna kim ya da kimler tarafından neredeve ne zaman meydana getirildiğine bakmak gerekir. Çünkü sanatçının zihniyeti,etkileşim içinde olduğu sosyo – kültürel çevre ile o çevreyi oluşturan şartlariçinde oluşup-gelişir. Sanatçı bir bakıma çocuğun dil öğrenmesi gibi sanatıylailgili bazı bilgileri öğrenerek onları zihninde kodlar.

Nasıl bir çocuk ihtiyaç hasıl olduğunda birtakım sesleriçıkarır ya da yeni kelimeler öğrenirse sanatçı da işini yaparken zihnindekibirtakım bilgileri kullanır ya da ihtiyaç duyduğunda o bilgeleri öğrenmeğeçalışır. Bu nedenle “dil, seslerin öykünülmesi, sanat ise dış nesnelerinöykülenmesidir”. Ancak bu öykünme birden bire ortaya çıkmaz mesela “...birressam kağıdı kalemi eline aldığı anda hemen resim yapamaz; bu iş çok dahaönceden, birikimlerle zihinde oluşmuştur. İnsan zihni, yaşadığı süre içindegörsel deneylerin çevresinde olay ve eşyaların fotoğraflarını kaydeden birarşiv gibidir”. Dolayısıyla sanat malzemeleri ve eserleri bilim ya da felsefedünyasındaki bilgiler kadar önemlidirler. Öyleyse sanat ve sanatçılarla bilgive bilimsel bilgi arasında yakın ilişkiler vardır.

Bu sebeple bir sosyal yapının zihniyet dünyasının ilkörneklerini, geleneksel sanatlar ile halk edebiyatında bulmak mümkündür. Çünkübu bilgiler öteki sosyo-kültürel çevrelerin bilgileriyle en az etkileşimhalinde olanlardır. Ayrıca kültürlerin en muhafazakar cephesini gelenekseltarafı teşkil eder. Burada iddia edilen fikrin doğruluğunu test edebilmek içinsanırız bu çalışmadaki fotoğrafları çok basitçe karşılaştırmanız, yeterlibilgiler verecek seviyededir. Mesela Kazakistan’daki koç başlı mezar taşlarıylaKars, Doğubeyazıt, Iğdır, Van, Ahlat, Bitlis ve Tunceli’deki ya da Altaydağlarında dokunan kilimler ile Hakkari, Adana, Ayvacık, Bergama, Sındırgı veŞavaştepe’de dokunun halı ve kilimlerdeki aynilikler birer tesadüf eseriolamazlar. Kısaca sanatçı ile sanat eseri arasında nasıl bir ilişki varsa,sanat eseri ile sosyo-kültürel yapı arasında da o kadar bir ilişki vardır.Fakat bu ilişki genellikle sanat tarihçilerimiz tarafından ihmal edildiği için,Anadolu’da bulunan eski ve yeni bir takım sanat eserleri ile üzerlerindekidamgalar maalesef, genelde çok yakın ilgisi olmayan sosyal gruplara maledilerek anlatılmaktadır.

        Mesela özelbir televizyon kanalında tarihi turistik yerlerimiz hakkında yapılan birprogramda konunun uzmanı olarak sunulan bir tarihçi şunları söylüyordu:“Selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde mimarları ve ustaları olmadığı içinErmeni asıllı mimar ve ustaları kullandılar. Onlar da kendi üsluplarıylakümbetler ve camiler yaptılar.

Bu ilişkiyi Akdamar kilisesi ile Ahlat’taki kümbetmezarlarda açıkça görürüz”. İlk bakışta bu ifadeler doğrudur. Çünkü Akdamarkilisesi, Ahlat’taki Selçuklu kümbet mezarlarına nazaran tarihi önceliğesahiptir. Ancak o tarihçi Issık Köl'den Aral’a oradan da Mangışlak’a (HazarDenizi’nin ortasına düşen doğu kıyısınkaki İskit ve Teke Türkmenlerininmezarları da olan tarihi bir yerleşim yeri) kadar olan bir alanı görseydi bucoğrafyadaki hakim mezar üslubunun kümbet tarzı, yani Ahlat kümbetleri gibiolduğunu görürdü. Bu bakımdan konu hakkında sağlıklı bilgilere ulaşabilmekiçin, karşılaştırmalı tekniğine baş vurarak, Anadolu’ya olan göçlerin tarihiseyrini ve yönlerini iyi bilmek gerekir. Mesela Anadolu’dan Altaylar’a göçolmuş mu dur? Olmamışsa iki bölge arasındaki fiziki mesafeye rağmen nasıloluyor da bu insanlar aynı damgaları halılarına, kilimlerine, mezarlarına vb.etnografik eserlerine nakşedilebiliyorlar? Veya Anadolu’dan Altaylar’a göçlerolmuşsa bunlar ne zaman ve hangi yoğunlukta olmuştur sorularınıncevaplandırılması gerekmez mi?