Tarihi süreçde olduğu gibi günümüzde de kimileri insanları sadece aklı ile değerlendiriyor, ruh ve nefsi devre dışı bırakıyorlar. Oysa Cenab-ı Allah, insanları sadece akıllları ile değil, aynı zamanda ruhu ve nefsi ile birlikte değerlendirir ve; “ Benim yanımda en üstün olanlarınız takva sahipleridir!” der.

Peki insan nasıl takva sahibi olur? Sadece akıllı olmak insanı güzel ahlaklı yapsaydı, bütün akıllılar Allah’ın en sevgili kulları olması gerekirdi…

İsterseniz çevrenize bakın, kaç tane takva sahibi insan gösterebilirsiniz. Sonra, eğitim sistemi bile takva sahiplerin değil, ‘akıllı insanların’(akademik zekayı sahip olanları) üstün tutuyor! Neyse biz konumuza başlayalım.

“Nefs; içimizdeki bütün kötü isteklerdir, süflî arzulara duyulan meyildir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran bütün şeytânî hisler, nefsten ibârettir.(Bu terbiye edilmemiş olanı)

Dünya, yaratıldığı günden beri kulların kulluk değerinin tespit edildiği bir imtihan dershânesidir. Bu sebeple insanoğlu hem kötülüklerle donatılmıştır hem de iyiliklerle; bu sebepledir ki nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye, yâni tasavvufî eğitim şarttır…”

RUH VAR AMA TANIMLANAMIYOR

Bazı insanlar Peygamber Efendimize ruhu sordular. Cevap vermeyip, vahyi bekledi. Gelen ayet gayet netti: “O, rabbimin emrindendir, de.” Bu ayette ruhun varlığı tasdik ediliyor, fakat mahiyeti açıklanmıyordu. Çünkü, muhatapların söyleneni anlamasına imkân yoktu. Yani akıl, “emir aleminden” olan bir varlığı kavrayacak kapasitede değildi.

Hadiste “Kendini bilen rabbini bilir.” buyruluyor. Bir büyük mütefekkirimiz de, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku...” diyor. Ruhun kendisini bilemiyoruz. Ancak bazı özelliklerinden söz edebiliriz. Beden, anne karnında belli bir olgunluğa erişince, ruh verilir.(Yani bir ölü ile diriyi karşılaştırdığınızda ruh kendini daha fazla gösterir)

Bedenin sultanı olan ruh, nurani, şuurlu, diri ve harici vücut sahibi bir varlıktır. Sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir.(Bu da öldükten sonra dirileeceğimize işarettir) Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz. Tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekânı yoktur.

Bu konuyla ilgili araştırma yaparken, sorularla islam sitesine girmiştim devamında deniyor ki: “Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Ona ne uzaktır, ne de yakın. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine mani olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Eğer kanun şuurlu olsaydı ve harici vücut giyseydi ruh özelliği kazanırdı. Ruh, kendisinin ve diğer varlıkların farkındadır.

RUH, KALP VE NEFİSLE BİR OLABİLİR

Ruh, sahip olduğu maddi ve manevi cihazlarıyla işler yapar. Şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle planlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır.

Toparlıyorum ruh, akıl ve nefis soyuttur. Soyut düşünceye ulaşmak veyea soyut konuları anlatmak da herkesin işi değildir. Genelde halk somut düşünür. Halka somut bir şeyler vermediğinizde, sizden uzaklaşır.  Dolayısı ile dinimizdeki çoğu konularda soyuttur, örneğin Miraç konusu. Dünyada bir çok düşünür, hatta ilahiyatçı insanlar bile Miraç’a şüphe ile yaklaşırlar. Zaten inançta tam burada başlar. Arif olan insanlar bilir ki din, bir soyutlamadır. Hadiseleri somut kavramlarla anlatmıyor. Bu nedenle iman en önemli husustur. Bugün ülkemizde bile deizim ve ateizim gibi fikir akımları artıyor, çünkü zihinlerdeki sorulara  ihlas ile cevap veren ülema sayısı çok az. Öyle ki, kimi ilahiyatçılar, zihinlerimizi bile bulandırmaya başladı…

Geçen bir yazıdan not almıştım, diyor ki o yazarımız. “Mayası kötü olan kimseye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermeye benzer.” Bunun için de dini çocuklara çok iyi anlatmak, Allah’ın varlığını ve insanı öncelikle doğru anlatmak gerekiyor.  Ve sadece aklı değil, ruhun ve nefsin varlığı da bilinmeki gerekiyor. Kalın sağlıcakla.