Merhaba değerli dostlar.

Bu haftaki sohbetimiz Ayasofya’nın 86 yıl sonra ibadete açılmasının hemen akabinde gündeme gelen halifelik meselesi.

Konuya ilişkin farklı görüşteki kalem erbabı görüşlerini paylaştılar. Bunlardan iki önemli ismin farklı dünya görüşleri olmasına rağmen halifeliğe karşı olmaları ilginç geldi bana.

Milliyetçi kesimin yetmişli yıllardan aşına olduğu lakin bugün itibarıyla milliyetçiliğini Atatürkçülükle ikame etmiş bir isim , Taha akyol.

Bakın bu konuda neler söylüyor: Bilim devrimini, endüstri devrimini, tabii hukuk felsefesini, kamu hukukunu, nihayet anayasa hukukunu idrak etmiş bir çağda yaşıyoruz.
Çağımızda düzgün devlet idaresi ancak hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, yargı bağımsızlığı, temel hak ve hürriyetler gibi modern kavramlarla mümkündür.

Başka türlüsü tutmuyor zaten; bakın İslam dünyasının haline.

Hilafet gibi hayallerle Müslümanların beyin enerjisini israf etmenin sonuçları da ortada,dahası, bunlar İslam’ın ontolojik mesajını, evrensel adalet ve güzel ahlak değerlerini de gölgeliyor, hatta içini boşaltıyor.

“Tarih tecrübesi Müslümanlar için de demokratik, laik, sosyal hukuk devletini işaret ediyor.”

Müslüman beyni ancak siyaset ve rejim kavgalarından kurtularak demokratik hukuk devletinin özgürlük ve güven ortamında bilime, sanata, hikmete, felsefeye, teknolojiye yönelebilir.

Başka yol var mı? mı diye soruyor. Bende soruyorum Yüz yıldır bize dayatılan bu sistem mi tek çıkar yol? Son yüz yıldır halifelik yok. Müslümanlar niçin bu durumda? Söyledikleriyle çelişiyor farkında değil.

Taha Akyol gibi elli yıllık bir kalem erbabı olsan ne yazar. Eğer ki at gözlüğü taktıysan. Hem Müslüman , hem Milliyetçi hem de laik olursun ve senin tek doğrundan başka doğrunun olma ihtimalini bile düşünmezsin. Sayın Akyol zihnini yormaya bile gerek görmüyor. Biliyor ki laik isen zaten halifeliğe karşı olman gerek sırf bu nedenle. Birazcık aklı selim ile yaklaşsa konuya belki de ümmetin bir çok derdine derman olabilecek bir halifelik sistemini çağdaş hukuk devleti ile bağdaştırmanın da yollarını gösterebilecek. Ancak yapmaz çünkü böyle bir töhmeti  laiklik adına yüklenmek istemiyor.

Gelelim konuyla alakalı bir başka ünlü kalemin konuya yaklaşımına.

Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde Yusuf Kaplan; Halifeliğin yeniden ikame edilmesinin zorluğundan bahsederek ütopik hayaller peşinde koşmaktansa gerçekçi hedeflerle yönelip enerjimizi bu yönde harcamamızın daha doğru olacağı, halifeliğin yeniden ihyası için ise dünyada sözü geçen süper güçlü bir Müslüman ülkenin varlığını şart koşuyor.

Malın, aklın, dinin, neslin, canın maksimum ölçekte emniyet altına alınabildiği, korunabildiği Darül İslam’ın (İslam yurdu’nun) hâkim olduğu bir yerde hilâfet hükmünü icra edebilir diyor.

İslâm dünyasının fiilen ve zihnen hür olmadığı, köle olduğu bir ortamda, hilâfet ilan edilebilir mi?

Böyle bir hilâfeti kim, hangi güç, aktör, ne adına ilan edecek? Bütün Müslümanları bağlayacak bir hilafet olacak mı bu? Olabilir mi?

İslâm dünyasının iki asırdır zihnen ve fiilen köle olduğu bir zaman diliminde ilan edilecek bir hilâfet emperyalistlerin kölesi olabilir olsa olsa.

Bu kadar izahat Yusuf Kaplan’ın Hilafetle ilgili görüşlerini anlatmaya kafidir.

Yusuf Kaplan hoca bir konuyu es geçiyor. Madem İslam alemi  zihnen ve fikren köle durumunda. Zihnen ve fikren köle olan İslam aleminden nasıl olup da süper güçlü bir Müslüman ülkenin ortaya çıkabileceğini düşünebiliyor.

Gelelim biz bu konuya nasıl yaklaşıyoruz.

Halifelik ümmet fikrini samimi bir şekilde benimsemiş her Müslüman’ın rüyası olmalıdır. Dünyanın en ücra köşesindeki bir Müslüman’ın tüm Müslümanların dertlerini kendi derdi olarak görmesini sağlayacak, Müslüman kardeşinin üzüntüsü ile üzülen, sevinci ile sevinen gerçek manada ümmetin inşası için elzemdir halifelik.

Bugünün iletişim ortamında tüm dünya Müslümanlarının gönlüne ulaşma imkânı asla yadsınamaz. Devletleri yönetenlerden bağımsız olarak her türlü mezhep ve tarikatlara eşit mesafede, tek derdi ümmetin dertlerinin halli için Müslümanların kardeş olduğunu, tek gerçeğin bu olduğunu, kardeşliğin güçlü bir şekilde dillendirilmesini sağlayacak bir sivil kurumsal yapının olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu Müslüman her gönlün duymasını sağlayacak bir yapının bir çok şeyi başarabileceğini düşünmekteyim.

Müslümanların fiilen ve zihnen köle olduğu bugünkü çıkmaz sokaktan kurtarmanın yegâne yolunun bugünden yarına olmasa da orta vadede hilafet sayesinde olabileceği  ihtimali asla göz ardı edilmemelidir. Bir işi başarmanın ilk şartı inanmak ve adım atmaktır. Her büyük başarı ilk başta atılan küçük bir adımın eseridir .

Başlıktaki soruyu cevaplayarak yazımızı sonlandıralım. Müslümanların kendilerine hükmetmeyen, yalnızca gönüllerine hitap eden, Fiilen ve zihnen kölelikten kurtulmanın ancak tüm dünya Müslümanlarının kalplerinin tasada ve sevinçte birlikte atması gerektiğini söyleyen bir halifeye çok ihtiyacı var.

Şimdilik bu kadarla yetinelim. Konu kamuoyunda yeniden gündeme gelirse konuyu daha fazla detaylandırmak üzere yine sohbet edebiliriz.

Kalın sağlıcakla.