Bir zamanlar Kıbrıs’ta öğrencinin biri Lefkoşa’nın Ortaköy mahallesinde orucunu açmak için güzel bir lokanta arar. Arar aramasına lakin kafasına göre istediği bir yemek menüsü bulamaz. Bu arada da iftar saati gittikçe yaklaşmaktadır. Hal böyleyken karşısına fırından ekmek alan bir başka öğrenci çıkıverir.

- Hayırdır, kardeşim ne gezersin bu saatte? İftar vakti geldi; akşam ezanı okundu okunacak. Sen hala gezip durursun buralarda.

- Hiç sorma arkadaş! Bir lokanta bulamadım kendime… Şöyle ağız tadıyla bir yemek yiyivereyim dedim kırk yılın bir başı kendimce; lakin o da olmadı, neylersin.

- Vah vah!.. Sağlık olsun. Neyse ki nasibinden ben çıktım karşına. Gel, bu seferlik bizde aç iftarını. Sevabı bize nasip olsun inşaallah.

- Olur mu kardeşim, zahmet vermeyeyim size.

- Zahmet mi olurmuş, bak sen…

- Haydi, gidelim. Ev şuracıkta. Ocakta da menemen var. Ekmek almayı unutmuşum. Ekmek almak için çıkmıştım ben de dışarı. Çayımız da hazır. Hem iftarımızı açar hem de sohbet eder, bir birimizi tanırız.

- Teşekkür ederim, çok naziksin. Hadi gidelim o zaman.

Ezan-ı Muhammediye okunur ve iftarını açarlar bu gurbetteki iki öğrenci. Sonrasında ise sonsuz bir dostluk, kardeşlik ve ülfet oluşur bir ramazan ayı sayesinde.