Herkes her söylediğini karşısındakine anlatmakta, ikna etmekte zorlanabilir.

Zaten kavgalar da ikna edememekten, anlayışsızlıktan da gelmez mi?

“Yarayışlı” sözcüğünü ta küçüklüğümde annemden duyardım.

Genellikle bazı yiyecekleri yemek istemediğimde beni ikna etmek için söylerdi.

“Portakal biraz ekşi amma çok yarayışlı”, “kemik suyuna çorba, yemek istemiyorsun amma kemiklere çok yarayışlı”…

Eskiler bu işin okulunu okumamış olsalar da kültürden aldıkları birikim sayesinde kelimeleri yerli yerince kullanabilme maharetine sahipler.

Tıpkı davranışlar gibi. 

Zaman Zaman çarşıda yaşlı amcalardan bazı övütler alırım.

Kahramanmaraş’ın Kapalı Çarşısı, Mazman, Bakırcılar çarşısı meşhurdur.

Yaşlı Esnaf amca, Ustaların nasıl yetiştikleri ve çıraklarını nasıl yetiştirdikleriyle ilgili yaptığı bir araştırmadan bahsetti.

Alattıkları yukarıda bahsettiğim gibi halkın yüzyıllardır biriktirerek kültür vasıtasıyla yeni nesillere ilettiği sözler ve davranış kalıpları mevcut.

Araştırmadan çıkan birçok sonuç arasında en çok dikkatimi çekenlerden biri, ustaların bu işin okulunu okumaksızın öğretim becerileri geliştirdikleri ve bu becerilerle işinin ustası olmaya namzet çırak yetiştirdikleri.

Ustalar çıraklara nerede nasıl davranmaları gerektiğini yaşayarak öğretiyor.

Yani okullardakinin aksine teori ve pratik aynı anda veriliyor.

Bunu yaparken bazen sözlü bazen davranışsal öğreti ön plana çıkıyor.

Sözgelimi usta tam ortama uygun bir atasözü söylüyor; bunu çırak o an tam kavrayamasa da yıllar sonra doğruluğunu idrak ediyor ve ustasının haklılığını anlıyor.

Yaptığın bana ise öğrendiğin kendine” atasözünü örnek olarak verdi.

Bu sözü ben de annemden duyardım.

 -Ona da babaannesi söylermiş-  o zamanlar ne demek istediğini pek anlayamazdım.

Yıllar geçtikçe kendi yaşantımda tekrar ettiğim çoğu işte bu sözün doğruluğunu kavramış ve ne kadar yerli yerinde söylenmiş olduğunu teslim etmişimdir.

Bir başka dikkat çekici husus, usta çırağına yaşı kaç olursa olsun birey muamelesi yapıyor.

Ona sorumluluk veriyor.

Çırak aldığı sorumluluğun ağırlığını hissediyor ve eğer verilen görevi başarabilirse kendini ustasına ve bekli de en önemlisi kendine kanıtlamış oluyor.

Tersine başarısız olursa yine sorumluluğu alarak sonuçlarına katlanıyor.

Bu tam da çocuklarımızın ihtiyacı olan şey; birey olma, sorumluluk alma, sonuçları kabullenme ve gereğini yapma. Sonuç mu? İstisnalar, uç örnekler her zaman var fakat genel sonuç işinin ehli birçok meslek erbabı bu yolla yetişiyor ve şimdi kendi dükkânını açmış, tezgâhını kurmuş nice usta bayramlarda anne babasından sonra ikinci bir baba bildiği ustasını ziyaret edip elini öpüyor. 

Biz nerede yanlış yapıyoruz?

 Acaba çocukların hepsini ille de okumaya zorlamasak mı?

 Sonuçta bu dünyaya herkes doktorluk, mühendislik, avukatlık donanımlarıyla gelmediği gibi memleketin ihtiyacı bu meslek dallarıyla da sınırlı değil.

Asıl olan ne?

Diplomamı?

Yetenekleriyle örtüşmeyen bir mesleği zoraki yaptığı içim mutsuz olan bireylerden müteşekkil bir toplum mu?

Ve yine belli meslek gruplarındaki yığılmalar nedeniyle atanamayan, işsiz kalan yığınlar mı?

Yoksa yetişmiş eleman bulunmadığı için ucuz işçi çalıştırmak zorunda kalan pek çok meslek dalında meydana gelen kalitesiz işçilik, yok olan güven ve bunun sonucunda ortaya çıkan samimiyetsizlik mi?  Burada yanlış giden bir şeyler var.

Umarım yetkililer memleketimiz ve geleceğimiz olan çocuklarımız için gerekli adımları atar ve soruna aklıselim bir çözüm bulunur.

Kalın Sağlıcakla…