Okumak gerçekten harika bir alışkanlık, eline aldığın her kitapta ayrı bir hikâye var hayattan, hele şu Kur’an, Mesnevi ile Risaleyi-i Nur’lar var ya, her cümlesi ruha, kalbe, akla ve nefse hitap ediyor, sizi basamak basamak bir yerlere çıkartıyor….

Ama hayatı okumak, kitapları okumaktan farklı! Zira, hayat okulunda, kitaplarda olmayan çok şey var. Ve hayat kitabı bir yazar ürünü de değil, tam bir gerçek! Bunun için sık sık yazarım, hayat düşe kalka öğrenilir. Sonra en has üniversite hayat üniversitesidir. İşte bu üniversitenin hocaları farklı, müfredatı farklı, diploması da farklı.

Öyle ki, bu üniversiteyi bitirenlerin her biri sıkıntılarıyla zevkleriyle hoşturlar. O’ndan gelen her şeye teslim olmuşlar, çok daraldıklarında; “Lütfunda hoş, kahrında hoş!” deme erdemine ulaşmışlardır.

Siz hiç hayat üniversitesinden mezun olan biriyle tanıştınız mı? Bu soruya özellikle soruyorum, çünkü bu üniversite çok mezun vermez! Mezun olanlarda başı önünde gezer kendilerini hiç belli etmezler…

Tanımadıysanız ve tanımak isterseniz, bir gün onların kıraathanesine yolunuz düşerse, gidin tanışın ve şu soruya sorun kendilerine: “HAYAT NEDİR DİYE”

HAYATA FARKLI BİR PENCEREDEN BAKARLAR

Gazeteciliğin en güzel yanlarından birisi de hayatınızda farklı insan tipleri tanıyorsunuz. Dostlara böyle hayatı derinliğine bilen biri var mı? Diye sorduğumda: “Sen gazetecisin, şu karşıda oturan yaşlıda çok bilgelik var, bul ve konuştur!” deyince dayanamadım dayanın yanına oturdum. Beni hissetti, özür dileyerek konuşmak istediğimi söyledim. “Ben bir şey bilmem evladım! Dedi ama boş değildi, ben bilmem dediğinden anlamıştım. Biliyorum diyen adam aslında hiçbir şey bilmez! diye bir yazı okumuştum.

İlk sorum, hayat üniversitesi mezunu olduğunuzu söylediler, ne dersiniz?  Gözünde büyütmüşler beni, sadece dertleri zevk edindim, insan olmaya çalıştım o kadar diye cevap verdi. Peki nedir insan olmak? Diye sorularımı ardı arkasına sıraladım: Artık açılmıştı, dili çözülmüştü: “Oğul ben anamın ipini sattım. Çileli bir çocukluğum oldu, yokluk ile terbiye oldum ama hiç aç olduğumu söylemedim. Dolayısı ile Rabbim beni terbiye etti. Sonra zenginlik nasip etti, paylaştım. Yetim başı okşadım. Bunlar söylenmez ama, sorduğun için söyledim.

HİÇ OLMAK

Devam ediyor, ben sustum o konuşuyor: “Olup bitenlerde, gelip geçenlerde bize ibret olacak çok şey var. Ölüm bir ırmak….Girecek yeri çok ama çıkacak yeri yok…Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur…Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken hepsi silinip gider. Olayların ardı arkası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar. Ve hayatta hesap tutmaz O ne derse o olur ancak, biz sebeplere sarılmamız gerekiyor. Biz insanız imtihan için geldiğimiz, gidişimizden bellidir. İnsan olmak dedim ya! “İnsan olmak, insanca yaşamak için; ilk kural, kişinin kendisini tanımasıdır. Sonra düşmek vardır hayatta, imtihanımızdır zorluklarımız. İşte o zaman yine düştüğün yerden kalkmayı bilmem gerek. Ha, kendin kalkamazsın, O(cc)’na dua edeceksin. Elinden tutacak.  Sonra bir  kural daha, hayatı iyi okumak, anlamlandırmak ve bize sunulan armağanları iyi kullanabilmek gerekiyor. Doğumdan ölüme kadar hayatı öğreniyoruz ama hayatı öğrenirken kendimizden uzaklaşıyoruz. Oysa içerdeki ‘ben’ ile dışarıdaki ‘ben’ aynı ise kendimize dost olabiliriz. Kendisiyle barışık ve hayatın kontrolünü elinde tutan kişi her daim hayatı aşkla yaşar

İnsanın aklını kullanması, iç ışığını yakması demektir. Bu ışığı vaktinde tutuşturamadığı sürece insanın kendini bilme/tanıma şansı yoktur. Aklını kullanmayan insan, elinde feneri olduğu halde onu açmayan kimse gibidir. Böyle bir kişi ancak günlük ezberlerinin içinde beyhude dolanmakla kalır ve büyük ideallerin sarp geçitlerine sevdalanamaz.

Diyeceğim şu aklını kullanmayan bir insanın başkalarının akıllarına köle olması kaçınılmaz ‘bence önce kişinin kendisini ve hayatı okuması, bilgiyle büyümesi ve öğrendiklerini uygulayabilmesidir.

Ruh esmanın aşkıyla ondan aldığı ışınla büyür ve gelişir. O da sana hiç olduğunu öğretir! Hiçliğini ve fakrını bilen işte o üniversiteden mezun olur!” Eyvallah